Bizi Twitter'dan takip etmek için: @sotatercuman
Çeviri arşivimize ulaşmak için tıklayın.


Usain Bolt: Mutant

Birazdan okuyacağınız yazı, 2 Nisan 2010'da Esquire'da yayınlanmıştır.
 Patlayan tabancanın usul gürültüsü aynı anda sekiz farklı hoparlörden duyuluyor. Her hoparlörün önünde bir adam ve her biri, birbirinin aynı pozisyonda eğilmiş bekliyor: Ayakları başlama takozunda, bacakları hafif eğik, kalçaları omuzlarından yukarıda ve parmakları önlerindeki tebeşir izinin tam üstünde. Sadece üzerlerindeki likra üniformaların renk ve tasarımları farklı. Birleşik Devletler beyaz-mavi, Trinidad ve Tobago kırmızı-beyaz, Jamaica yeşil-sarı. Kafaları eğilmiş, yüzleri görünmez ve vücutları hareketsizken onları ayıran başka hiçbir şey yok. Neredeyse birbirlerinin klonu gibi gözüküyorlar.

Silah sesinin yarattığı dalganın hoparlörlerle koşucuların kulakları arasındaki iki metreyi kat etmesiyle, klonlar farklılaşmaya başlıyor. Hepsinin reaksiyon zamanı farklı. Reaksiyon zamanı için ses dalgasının kulaklara ulaşması ve ulaşan o sese tepki veren beynin kaslara gereken sinyali göndermesi için gereken süre göz önüne alınarak, teorik bir limit hesaplanmış: O limit 0,1 saniye. Çıkış takozlarının her birinde bulunan basınç sensörleri 0,1 saniyeden kısa sürede verilmiş bir reaksiyon tespit ederse, o yarışçı hatalı çıkmış sayılıyor ve her şey yeniden başlıyor. Bu akşam hatalı çıkış yok. 16 Ağustos 2008 günü, herkesin gözü Pekin'deki Kuş Yuvası stadyumunda. Tarihteki 29'ncu Olimpiyat'ın 100 metre finalinde takozdan ilk çıkan adam, silah sesine 0.133 saniyede reaksiyon veren Trinidad ve Tobagolu Richard Thompson. Hemen ardından saniyenin yüzde biri farkla Amerikalı Walter Dix geliyor. Sonraki yüzde üç saniyede dört atlet sıralanıyor. Sondan ikinci sıradaysa tabanca patladıktan 0.165 saniye sonra koşmaya başlayan Usain Bolt var.

Bolt yalnızca son bir yıldır bu mesafeyi koşuyor ve hızlı bir çıkış, alışmak için uğraştığı önemli detaylardan sadece biri. Atletizm kariyeri boyunca uzmanlaştığı dal 200 metre olmuş ve o mesafede çıkış reaksiyonu o kadar da önemli değil. 200 metre boyunca çıkıştaki kaybınızı telafi etmek için zamanınız oluyor. 100'de ise durum farklı. Bolt'un takozdan çıkarken yaptığı bazı basit hataları düzeltmesi gerekiyor. Örneğin, takozdan hızla fırlarken sol baş parmağını yere çarpması patlayıcı kuvvetini zayıflatan bir sürtünmeye sebep oluyor. Aslında bunu yapmayı giderek azaltıyor ama bugün o hatayı tekrarlıyor. İkinci adımı atmak için sol bacağını ileri doğru ittiği sırada sol ayağının ön tarafını hafifçe piste sürtüyor. Ayrıca ayakkabıları da bağlı değil. Bahanesi olmayan bir başka basit hata...

İvmelenme aşaması denen sonraki birkaç saniye içinde koşucuların kafası yukarı doğru kalkmaya, vücutları düzleşmeye, omurları ortaya çıkarken adımları uzamaya başlıyor. Hâlâ birbirlerine yakın olsalar da (örneğin, yarış 2.4 saniyenin bittiği çizgide sona erse Bolt kıl payıyla dördüncü olacaktı) bu sırada bir başka ayırıcı etken ortaya çıkmaya başlıyor: Bolt yarışçılar arasındaki en iri adam. 1.95 boyunda ve 95 kilo. Bu konuda kendisine en yakın rakibinden 7 cm daha uzun ve 9 kilo daha ağır.

İvmelenme sırasında Bolt ve diğer koşucular yarış sonuna dek sürdüremeyecekleri bir eğimle koşuyorlar. Gövdelerini ayaklarının yere değdiği noktaya kadar itiyorlar. Yere düşecekmiş gibi gözüküyorlar: Hepsinin kafası vücudunun önünde ama yer çekimine karşı koyan bacakları sendelemelerini engelliyor ve hatta onları öyle bir ileri fırlatıyor ki yüz üstü kapaklanmak yerine tam olarak dik bir pozisyona doğru yavaşça yükselmeye başlıyorlar. Sprinterlerin çoğu bu aşamayı bir uçağın kalktığı ana benzetiyor. Tabii bir hata yapmazlarsa...

Aşağı yukarı dördüncü saniyeye doğru gelinirken, ivmelenme evresi "tam gaz" diye tanımlanan aşamaya dönüşerek sonlanıyor. Sprinterler şu an bildiğimiz anlamda koşuyorlar. Dizleri kalça seviyesine çıkıp inerken dirsekleri ters yönde gidip geliyor. Göğüsleri havayı yararken topukları yere temas ediyor ve bu iki nokta arasında dikey bir çizgi oluşuyor. Ve tam olarak bu noktada Usain Bolt'la diğer yarışçılar arasındaki gerçek fark kendini belli ediyor. Bu fark çok basit ama yarışı izlerken kavraması gerçekten zor.

Diğerleri en yüksek hıza ulaşıp sınırlarına geldiğinde, Usain Bolt hızlanmaya devam ediyor. 50'nci metrenin sonunda yarış liderini yakalıyor. 60'ncı metrede o ve yarışçıların kalanı arasında önemli bir mesafe var. 70'nci metreye gelindiğinde attığı her adımla saniyede 12 metreden biraz uzun bir mesafeyi kat etmeye başlıyor. Şu an otomobiller için belirlenmiş şehir içi hız sınırının üstüne çıkmış durumda. Daha önce hiç kimse kendi gücüyle bu kadar yüksek bir hıza ulaşmamıştı. Usain Bolt büyük bir farkla tarihin gördüğü en hızlı insan.

Bu hız öyle olağanüstü, öyle özel bir manzara ortaya çıkardı ki bu yarışı izleyip Bolt'un bitiş çizgisini 9.69 saniyede geçerek üç ay önce kırdığı dünya rekorunu saniyenin yüzde üçü kadar geliştirdiğini görenler, performansının en dikkat çekici ve korkutucu yanını tekrar görüntülerini seyredene dek fark edemedi bile: Yarışın 80'nci metresinde yani bitişe aşağı yukarı 20 metre kalmışken, Bolt kendini zorlamayı bıraktı. Sağına, yedinci kulvara, en büyük rakibi, vatandaşı ve dünya rekorunun ondan önceki sahibi Asafa Powell'ın olduğu tarafa hızlıca bir bakış attıktan sonra rahatladı.  

Bolt yarıştan önce Powell'ın onu tehdit edebilecek tek rakip olduğunu düşünüyordu. Ama Powell ya da herhangi bir sprinterin yakınına bile gelemediğini görünce yüzünde gülümsemeye benzeyen bir ifade belirdi. Kollarını ileri geri çalıştırmayı kesip yanlara bıraktı. Omuzlarını geri çekti. Göğsünü dışarı çıkarıp parmaklarını açtı. Bacakları çalışmaya devam etse de artık o ekstra ivmeyi yaratmıyordu. Gevşedi. Bitiş çizgisini en önde geçip yarım saniye farkla 100 metre Olimpiyat finalini kazanmasından hemen önce yumruğunu kaldırıp göğsüne vurdu.

Bolt yarıştan hemen sonra tribünde bulunan ailesine doğru koşarken bağlamadığı altın rengi ayakkabılarını çıkarıp Nuh Linga denilen Jamaika dansını yapmaya başladı. Bu sırada NBC'nin yarış hakkında yorum yapsın diye işe aldığı isimlerden Ato Boldon görevini yerine getirip biraz önce gördüğü şeyi kelimelere dökmeye çalıştı ve afallamış bir sesle şunu diyebildi:

"İnsan performansının sınırları bu geceden itibaren video oyunlarındaki seviyeye kadar çıktı."
*


Patlayan tabancanın gürültüsü televizyonun iki yanında bulunan hoparlörlerden aynı anda yankılandı. Usain Bolt sesten ürküp sol baş parmağıyla joystick'deki çıkıntıyı iterken bağırdı:

"Koş lan! Koş!"

Bolt, bir ayağını vücudunun altına alıp diğerini yere uzatmış, yatağının bir köşesine tünemiş. Genellikle sıcakkanlı bir yüz ifadesi, her zaman gülümsemeye hazır bir hali var. Ama suratı şu an arka bahçesindeki çamaşır ipinde kuruyan ıslak çoraplar kadar durgun ve boş. O ve küçük kardeşi Sadiki, Call of Duty: Modern Warfare 2 oyununda iki kişilik bir görevi tamamlamaya çalışıyor. Sadiki, odanın ardına kadar açık penceresinin hemen yanındaki deri koltuğa oturmuş. Ilık Jamaika rüzgarı odanın bordo ve turuncu renkteki perdesini uçurup Sadiki'nin yanağına çarptırıyor ancak o bunun pek farkında değil. O da Bolt gibi gözünü kırpmadan şeffaf oyun konsolunun üstündeki yüksek çözünürlüklü televizyona bakıyor.

İki kardeş uyandıktan kısa bir süre sonra sabahın 10'undan itibaren oynamaya başladılar. Şu an saat öğlen 1 ama ikisi de yerinden kıpırdamıyor. Tuvalete bile gitmiyorlar. Bolt arada bir oturuşunu değiştiriyor, omuzlarını düşürüyor, geriniyor. Oyunu bir oturarak, bir yüz üstü, bir omzunun üstüne uzanarak oynuyor. Skolyozu var. Yani omurgası doğuştan eğri ve son birkaç yıldaki antrenmanlarının çoğunda doğuştan gelen bu kusuru örtmek için uğraşıyor. Esnek ve güçlü bir sırta sahip olmaya çalışıyor.

Yatağın ayaklarından birinin dibinde yarısına kadar dolu bir çanta görüyorum. Bolt'un bir hafta önce döndüğü Kenya'daki tanıtım turundan kalmış. Bolt, oradayken Puma'nın desteklediği bir çevre örgütü adına küçük bir çitayı evlat edinmiş. Puma, yıllardır Bolt'un da sponsoru. Çantası ve gardırobunın büyük bölümü bu firmanın verdiği ürünlerle dolu: Ayakkabılar, şortlar, çoraplar, tişörtler... Şimdiyse haki renkte bol bir şort ve beyaz bir tişört giyiyor. Yatağının altında üç tane gıcır gıcır spor ayakkabısı sıralanmış ve hepsinin dilleri yayılmış. Yanlarında bir uzaktan kumanda ve açılmamış bir kondom duruyor. Yatağın yanındaki komidinin üstünde bir kondom daha var. Onun yanında da bir vücut losyonu, deodorant, saç kremi, parfüm ve Trelawny şehrinin sembolik anahtarı ve Kenya yolculuğunda kullandığı pasaport... Bolt yurt dışına yapacağı bir sonraki seyahatte yeni bir pasaport kullanacak. Jamaika başbakanı kendisini ülkenin özel elçisi ilan ettiği için artık sınır kapılarından istediği gibi geçmesini sağlayacak bir diplomatik pasaportu ve diplomatik dokunulmazlığı olacak.

Bolt ve kardeşi birkaç saattir neredeyse hiç konuşmuyor. Sadece Bolt'un oyundaki karakteri teröristlerin köpeği tarafından yakalanıp öldürüldüğünde birkaç kelime ediyorlar. Onda da kardeşini azarlıyor. Sonra da kendine kızıyor: "Tek bir şey... Yapmam gereken tek bir şey vardı!"

Bolt'un ilkokuldan beri en iyi arkadaşı ve kişisel asistanı NJ'in bazı iş meseleleri sebebiyle eve gelen konukları yatak odasına buyur etmesi yüzünden, birkaç kez oyunu durdurmak zorunda kalıyorlar. Herkesin "Bay Meşgul" diye andığı Clive Campbell diye bir adam BBC'nin Bolt'un futbol oynarkenki görüntülerini kullanabilmesi için izin istiyor. Bölgedeki BMW temsilciliğinden gelen Kim adlı bir kadın, Bolt'a bir sürü tişört imzalattırıyor. O gittikten sonra Bolt, NJ'i bir yıllık Xbox Live üyelik kartı alması için dışarı gönderiyor ve o andan beri durmadan oynuyorlar.

Bolt 23 üç yıl önce, adanın kuzeybatısındaki Sherwood Content'te doğmuş, Sadiki ve NJ gibi orada büyümüş. Şimdi ülkenin başkenti Kingston'da King's Vale adlı bir mahallede yaşıyor. Üç yatak odaklı güzel evinin önünde simsiyah 2010 model Skyline GT-R'ı var. Hizmetçileri eve farklı bir kapıdan girip çıkıyor. Bolt'un babası Sherwood Content'te et ve süt ürünleri satan küçük bir dükkan işletiyormuş. İşine hâlâ devam ediyor. Annesi tarlalarda çalışmış. Muz, tapyoka, yer elması toplayarak para kazanmış. Memleketi yıllar önce nasılsa şimdi de öyle, hareketsiz ve izbe bir köy. Ama yakın zamanda yer elmaları yüzünden bir hareketlilik yaşanmış. Bazı şirketler bu sebzeyi tüm dünyaya Usain Bolt'un yediği ilk yiyecek olarak pazarlamayı planlıyor.

Bir silah sesi daha geliyor ve ekranın Bolt'a bakan kısmı kızıla kesiyor. Bolt ekrana yaklaşıyor, kollarını baldırlarına dayıyor, omuzlarını kaldırıyor, gergin. Bir silah sesi daha geldiğinde hem sanal hem gerçek dünyada kendini sağa atıp hedefini kaybediyor. Şu an nefes nefese. Sarf ettiği efor ve hissettiği endişe yüzünden vücudu gerilmiş. Son vuruşu yapmak için bir kez daha şansını deniyor. Yine başarısız. Sonra birden kardeşi Sadiki çıkageliyor, son teröristi bulup işini bitiriyor.

Ekranda şu yazı beliriyor: "Görev Tamamlandı" Bolt bir anda rahatlıyor, derin bir nefes alıp kendini sırt üstü yatağa bırakıyor, bacaklarını gerdirip yumruğunu sıkıyor. Keyifli keyifli gülümsüyor.

Zor oldu ama başardı. Kazandı.

Usain Bolt'un 2008 Pekin'deki altın madalya koşusunun son saniyeleriyle bu öğlen Call of Duty'de kazandığı zaferin son saniyeleri arasında anlamlı bir fark var. Bolt video oyununda Sadiki son teröristi öldürüne kadar endişeli, gergin ve tereddütlüydü. Zorlandı. Neredeyse kaybedecekti.

Video oyununda kazanmak onun için zor bir işti. Olimpiyat Oyunları tarihinin en dominant ve rahat performansını sergilemekse oldukça kolay.



Lewis & Clark College'da teorik astrofizik konusunda çalışan bilim adamı Ethan Siegel, bu sıradışı durumu daha iyi açıklayan bir grafik hazırladı. 100 metre dünya rekorunun son 100 yıldaki kademeli gelişimine bakıldığında, Bolt'un kapasitesi modern insandan beklenen performansın 30 yıl önündeydi. Bolt'un matematiksel olarak 2008 Olimpiyatları'nda değil 2040 Olimpiyatları'nda yarışması gerekiyordu. 1996 Atlanta Olimpiyatları'nın kahramanlarından Michael Johnson aynı tespiti başka bir biçimde yapıp şöyle demişti: "Bolt'u geçebilecek bir sprinter henüz dünyaya gelmedi."

Bunları öğrenince insanın aklına şu soru geliyor: Çağımızın en büyük atleti, video oyunlarına harcadığı eforu antrenmanlarında da gösterse ne olurdu?

*

Bolt su rengine boyanmış tribünlerin üst tarafındaki beton zemine sırt üstü uzanmış yatıyor. Kollarından biri göğsünün üstünde, diğerini vücudunun yanına bırakmış. Hemen yakındaki masaj masasının ayaklarından birini tutuyor, gözleri kapalı, soluk soluğa. Tribünler, University of the West Indies'in bakımsız atletizm pistine bakıyor. Pistin çimleri güneşten solup su yeşili rengine dönmüş. İleride uzanan dağlardaki çayırlar çok daha parlak gözüküyor. Sayısız ayak darbesi yüzünden pistteki çimlerin rengi atmış, kızıl topraktan delikler ortaya çıkmış. Bolt altı kere 200 metre koştuktan sonra dinleniyor. New York'ta Jimmy Fallon'a konuk olduğu ve ESPN muhabirleriyle yarışlar yaptığı uzun bir medya turu ile Kenya yolculuğunun ardından, aylar sonra yaptığı ilk ciddi antrenmanı yeni bitirdi.

"Merhaba, Usain"

Bolt gözlerini açınca tepesinde bekleyen Racers Track Club'ın masörünü görüyor. Masör, Bolt'a bakarken göbeğine vurup kafasını sallıyor.

"Ne?" diye cevap veriyor Bolt. Yüzünde bir gülümsemeyle tişörtünü çıkarıp günümüzün diğer sprinterlerine oranla mütevazı sayılabilecek karın kaslarını sergiliyor. Piste gelmeden önce her zamanki öğlen yemeği menüsüyle karnını doyurmuş: İçinde peynir dolgulu patatesler olan bir sandviç ve hindistan cevizli ekmek. Bir eliyle yağa bulanmış paketten aldığı sandviçleri yerken diğer eliyle oturma odasındaki DJ kabinini kontrol ediyordu. Şimdi tişörtünü şimdi tekrar giyiyor. Elbette bu tişört de Puma. Üstünde artık Bolt'la özdeşleşmiş "Şimşek İşareti" pozunu yapan kendisinin fotoğrafı var. Bir kolu göğe uzanırken diğeri yayından çıkacak bir oku tutar gibi geriye çekilmiş. Resmin altında üç kelime var: "Kim daha hızlı?"

Bolt nihayet oturma pozisyonuna geçip abartılı bir inlemeyle ayağa kalkıyor. İleride toplanmış koşucuların yanına gidiyor. Filmlerden konuşuyorlar.

Bir engelci söze başlıyor: "Law Abiding Citizen." Ardından film hakkında beş kelimelik bir eleştiri yapıyor: "Yo. Aptalca! Bok gibi filmdi."

"Komik miydi?" diye soruyor Bolt.

"Hayır, komik falan değildi. Hiçbir şeye benzemiyordu."

Bolt filmleri video oyunları kadar çok seviyor. Yakında başrolde olduğu bir filmde bile oynayabilir. Arnold Schwarzenegger hakkında Pumping Iron adlı eski bir belgeseli yapan şirket Bolt hakkında uzun metrajlı bir belgesel hazırlamak için menajeriyle görüşmüş. Ama Jamaikalı'nın bu konuda kafası karışık. Yapılacak filmin büyük olasılıkla başarısız olacağını düşünüyor: "Sıkıcı bir film olur. Pek bir şey yaptığım yok. Antrenman yap. Video oyunu oyna. Müzik dinle. Sürekli evdeyim."

Koşucular arasındaki en sessiz ve genç isim 18 yaşındaki Jason Young. Young bir açıdan kutsanmış sayılır: O da Bolt gibi Sherwood Content'te doğmuş. Bolt'un gittiği lisede okuyup orada kendini göstermiş ve Bolt'un menajerinin dikkatini çekmiş. Şimdi onun kanatları altında. Bolt da ona nazik davranıyor. Sık sık onu evine, Xbox oynamaya çağırıyor.

Young, tüm dünyada yıldızı yeni parlamaya başlayan her 100 metreci gibi, bir yandan da lanetlenmiş durumda. 100 metre rekoru geçtiğimiz yıla kadar küçük adımlarla yavaş yavaş gelişiyordu. Son 30 yıldır herkes buna alışmıştı. Dünyanın en iyi sprinterleri rekoru bir ele geçirip bir kaptırıyor, her yıl saniyenin yüzde biri kadar küçük bir gelişme oluyordu. İki ya da üç seçkin atlet rekor sınırlarında dolaşırken arkalarından gelen diğer koşucular onların arasına girmek için çabalıyordu. Bolt rekorun kademeli gelişiminde patlama yaptı. Bir yılda 30 senelik bir gelişme sağladı. Koca bir neslin hayallerini bu bir yılda mahvetti. Kim daha hızlı? Hiç kimse. Burada ya da başka bir yerde, şimdi ya da uzun bir süre sonra daha hızlı kimse olmayacak.

2005'ten bu yana Bolt'un antrenörlüğünü yapan Glen Mills de pistte. Bir başka koşucusunun engellerden nasıl kaçtığını, bacaklarının engellere çarpışını izliyor. Mills'in kalın ensesinde dijital bir kronometre sallanıyor, göbeğine çarparak duruyor. Kısa kesilmiş beyaz saçları, çekik gözleri, alaycı bir yüz ifadesi var. Birisi Mills'in Bolt'la çalışmaya başladığı tarihi milat kabul eden bir görsel hazırlasa, ortaya net bir şekilde parabol çizen bir grafik çıkar. Önce hızlı bir yükseliş sonra aynı hızla düşüş. Pek çok iyi sprinter gibi Bolt da bir anda ortaya çıktı, birkaç yıl boyunca parlayıp junior seviyesinde rekorlar kırdı. Sonra da söndü: Bolt, 2004'te 17 yaşındayken Atina'ya giden Jamaika Olimpiyat Takımı'na seçilip çok kötü bir performans göstermiş, piste çıktığı tek yarış olan 200 metrede ilk turu bile geçememişti.

"Benle çalışmaya başladığında sakattı" diyor Mills. "Koordinasyon ve diğer teknik meselelerde kötüydü. Skolyozu arka adelesini kötü etkiliyordu. Yani geliştirmemiz gereken çok şey vardı." Düzeltmeleri gereken bu birçok şey için ağır antrenmanlar yapmamışlar. Mills, Bolt'un çok ağır biçimde düzenlenmiş programını güç ve esnekliğe odaklanan yeni bir düzenle değiştirmiş. Karın kaslarını güçlendirip omurgasındaki sorunun etkilerini azaltmaya çalışmış. Yeteneğinin tümünü ortaya çıkarmak için vücudunu ve tekniğini tam olarak hazır hale getirmek istemiş. 2006 ve 2007'de yarışmalara katılmaya devam etmişler ama öncelik o yarışlar değilmiş. 

Mills'in programı 2008'de meyvelerini vermeye başlayınca, dünya Kingston'daki bir şeker tarlasının üstüne kurulmuş bu pistte kök salmış büyük yeteneğin farkına vardı.

Mills, Bolt'a yetişmeyi rüyasında bile göremeyecek genç atletlerin dünya rekoru hayallerinden vazgeçmeye niyeti olmadığını fark edip öğrencilerini iz bırakma şanslarının 100 ve 200 metredekinden daha yüksek gözüktüğü engelli ve daha uzun mesafeli dallara yönlendirmiş. 400 metre de bu yarışlardan biri.



Tesadüf bu ya, biz konuşurken beş kişilik bir 400 metreci grubu pistte koşu halinde. Günlük antrenmanın son turunu atıyorlar ve gerçek bir yarışta olmasalar bile kendilerini zorladıklarını görebiliyorsunuz. Omuzları gerilmiş, yanakları şişip iniyor, hepsi kazanmak istiyor. Bolt ve diğerleri kenarda dikilirken onları gaza getirmek için bağırıyor. Bolt nadiren 400 koşuyor. Çünkü uzun antrenmanlardan nefret ediyor. O mesafede elit seviyeye çıkabilmek için kusmaya, ciğerlerin yanmasına sebep olacak zorlayıcı ve ağır çalışmalara katlanması gerekiyor. Yine de bir gün ciddi ciddi 400'ü denemeyi düşünüyor. Atletizm dünyasındaki genel kanı da onun 100 ve 200'deki hakimiyetini bu dala taşıyabileceği yönünde. Peki, ondan sonra? Kim bilir. Uzun atlamaya da biraz ilgisi var. Şu an onu en güçlü dönemini yaşayan Büyük İskender'e benzetmek yanlış olmaz: Gelecekte kazanacağı zaferler yeteneğine değil bir şeyi başarmak istemesine ve o şey için disiplinle çalışmasına bağlı.

400 metreciler tribünün olduğu tarafa yaklaşıp son düzlüğe girerken, Bolt bir anda piste doğru birkaç adım atıyor. Koşu ayakkabılarını çıkarıp her zaman giydiği mavi spor ayakkabılarını ayağına geçiriyor. Yarışçılar onun olduğu noktaya yaklaşınca tribündeki arkadaşlarına gülümseyerek bir bakış fırlattıktan sonra yorgunluktan canı çıkmış koşucuların yanına gelip rahatlıkla attığı bir sprintle bitiş çizgisini açık ara birinci geçiyor. Sahte zaferini kollarını havaya kaldırarak kutluyor.

*

Antrenman pistinden Bolt'un evine giden yolda, bölgedeki araba galerisinin reklamının olduğu bir billboard görüyoruz.  İçeriğine bakılırsa çok uzun süredir orada duruyor. Asafa Powell, bir Mercedes'e yaslanmış, fotoğrafın altında şöyle yazıyor: "Dünyanın En Hızlı Adamı." Powell, Eylül 2007'de 100 metre dünya rekorunu kırdığında koştuğu süre 9.74'tü. Usain Bolt'un Ağustos 2009'da Berlin'deki Dünya Şampiyonası'ndaki derecesi ise 9.58. Tesadüfe bakın ki Bolt o yarışta da Pekin'de yaptığı gibi omzunun üstünden etrafına bakıp yakınında kimseyi görememiş, bitiş çizgisine yaklaşırken yavaşlamıştı.

Powell ve Bolt farklı antrenörlerle çalışsalar da iyi arkadaşlar. Hatta Bolt şimdi eve varır varmaz duşunu alacak, üstünü değiştirip biraz rahatladıktan sonra kısa kollu gömleğini giyip Pegasus Hotel'e gidecek ve Asafa Powell Derneği'nin kuruluşu için düzenlenen etkinliğe katılacak. Şık elbiseler ve takımlar giymiş büyük bir kalabalığın önünde Powell'a bir çek uzatacak, Asafa da onun hakkında övgü dolu sözlerle bezenmiş bir konuşma yapacak. Powell için tüm bunlar Usain Bolt'u yenmek kadar zor işler.

Geçmişte yarışmış ve bugün yarışan pek çok atlet bu kadar zarif davranmıyor. Örneğin Carl Lewis, Usain Bolt hakkında 2008'de şu sözleri söylemişti: "100 metredeki en iyi derecesini bir senede 10.03'ten 9.69'a çeken bir atletin şüpheyle karşılanması çok normal."

Berlin'de Bolt'a karşı 100 metre finali koşan atlet Darvis Patton'dan yarışın hemen ardından onun hakkında bir yorum yapması istendi. Patton kafasını iki yana sallarken Ato Boldon'un 2008'de video oyunları üzerinden yaptığı tespiti iğneleyici bir tonda yineledi: "Onu anlatacak kelimeler henüz icat edilmedi. Bir oyun için yaratılmış, sanal bir varlık gibi" dedi Patton ve bir an düşündükten sonra ekledi: "Sanki hile kodu yazmış."

Bolt, elbette, doping yapmadığına dair yemin ediyor. Kurallar dahilinde almasına izin verilen maddeleri kullanmaktan bile hoşlanmadığını; her an, her yerde test edilmeye hazır olduğunu söylüyor.

Bolt'un menajeri Norman Peart ise sporcusunun güvenilirliğini arttırmak için kelimelerin tek başına yeterli olmadığının farkında. İnsanların şüpheyle yaklaşması çok doğal, diyor. Konuyu doping itiraflarıyla kariyerleri mahvolan Amerika'nın 100 metre şampiyonları Marion Jones ve Justin Gatlin'e bağlıyor: “İtiraflarından önce Jones ve Gatlin de tıpkı Bolt gibi sizlerin karşısına geçip 'Asla doping yapmadım!' ve 'Bunu iddia edenleri dava edeceğim!' dediler. Ağladılar. Marion da, Gatlin de Bolt'un yaptığı gibi gözlerinizin içine baktı. Kime inanacağız o zaman?"

Sorun şu ki bugünlerde Bolt'un alabileceği pek çok madde olduğu gerçeğinin herkes farkında. Büyüme hormonlarından, tespit edilmesi mümkün olmayan özel dizayn steroidlere kadar bir sürü seçenek var.

"Sistemi kandırabiliyorsun" diyor Peart. "Tespit edemeyecekleri bir şey bulabilirsin. Her neyse artık. İnsanların aklında da sürekli bu soru dolaşıyor: Yoksa bu adamlar sistemin bir adım önünde mi?"

Bütün bu kimyasal soruları bir kenara koyarsak, Bolt aslında bir değil üç adım önde. En son dünya rekorunu kırarken bitiş çizgisine ulaşmak için 41 adım atması yeterli olmuştu. İkinci sırada bitiren Amerikalı Tyson Gay aynı mesafeyi 44 adımda geçti. Yani Bolt'un hızının en basit, en direkt açıklaması şu: Adım atma hızı diğer sprinterlerle neredeyse aynı ama onlardan daha uzun bacaklara sahip olması sebebiyle adımlarının uzunluğu bariz bir şekilde daha fazla. Daha da basit bir ifadeyle: Bolt kısa bir adam gibi koşabilen uzun bir adam.

Antenörü Mills'e göre "Onun yeteneği bu. Herkesin ilerisinde. Onu özel yapan şey bu."

Peki bu yeteneği nasıl açıklayacağız?

"Bunu size sadece tanrı açıklayabilir" diyor Mills.

Yani Usain Bolt'a güvenip güvenmemek, temelde bir inanç meselesi.

*


Bolt'un oturma odasında başka bir yüksek çözünürlüklü televizyon daha var. Evindeki neredeyse her duvarda bulunan ödüllerle dolu bir rafın üstünde duruyor. Televizyonda MTV Jams açık. Kanal, Chris Brown'un yeni şarkısını çalıyor ama müziği duymak mümkün değil. Çünkü Bolt kahve masasının yanındaki Pioneer DJ setinin başında oturmuş, club'lardaki gibi bangır bangır bir ses seviyesinde Bob Marley'den One Love'ı çalıyor ve Bob Marley'in sesi de pek duyulmuyor. Çünkü Bolt mikserden Marley'nin vokallerini kısmış ve nakaratı kendisi söylüyor. Üstü bir şeylerle dolu deri koltuğunda oturuyor, kablolu bir mikrofonu dudaklarına yapıştırmış. Büyük kulaklıklar kafasını sarmış. Yüksek tondan çıkan tiz sesiyle şarkı söylüyor.

Önündeki hayali kalabalığa elini kaldırıp mikrofona doğru mırıldanıyor: "Hadi hep beraber! Beraber söyleyelim! Hadi söyleyin!"

Odadaki insanların çoğu (Sadiki, NJ ve koruması) onu pek umursamıyor. Kendi işleriyle meşguller. İnternette, Facebook'ta takılıyorlar ya da birileriyle mesajlaşıyorlar. Gün ortasında DJ'lik yapmasına alışmışlar, artık onu görmezden geliyorlar. Bolt, bu işi gerçekten seviyor. Kısa süre önce bir yarışmaya bile girip eski Miss Jamaika'lardan birine kaybetmiş. Ama bundan fazla etkilenmemiş. Bu konuda kararlı ve biraz da ukala bir öğrenci olmaya devam ediyor. Daha çok şey öğrenmek, kendini geliştirmek için çalışıyor. Neredeyse her gün oturma odasında bir saat kadar takılıyor. Müzikle uzaktan yakından ilgisi olmadığı belli olan arkadaşlarını havaya sokmaya uğraşıyor.

"One Love" söylemek istemediklerini görünce nakaratı bir kere daha tek söyleyip şarkıyı bitiriyor.

DJ'lere özgü kalın bir ses tonuyla "Evet, şarkıyı güzel bitirdik" diyor. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle kabinin turntable'ını birkaç kere çevirip MacBook'undan bir sonraki şarkıyı seçiyor.

"Pekala, biraz da hip-hop dinleyelim. Artık reggae yok. Şimdi ne çalacağım biliyor musunuz? Şimdi ne çalacağımı bilen var mı?"
NJ, sıkılmış bir sesle " 'You Are A Jerk' çalacaksın" diyor. Söylerken kafasını laptop'undan kaldırmıyor bile.

Bolt yüzünde şaşırmış bir ifadeyle "Biliyor musun?" diyor. Bir saniye sonra şarkının nakaratı ve adıyla aynı sözlere sahip girişi odayı dolduruyor.

"You are a jerk! You are a jerk! You are a jerk! You are a jerk!"

Şarkı, New Boyz adlı bir gruba ait ve aslında bir şarkıya benzediği bile söylenemez. Akılda kalıcı bir cümle, davul ve synth'le yapılmış bir ritim eşliğinde sürekli tekrarlanıyor. Geçen yıl Güney California'dan çıkan bu şey, Kingston'da The Jerk diye isimlendirilmiş bir dans çılgınlığına sebep olmuş. Bolt kendini ritme kaptırıyor, kanepenin üstünde deli gibi dans ediyor. Kollarıyla ritme eşlik ederken geriye doğru daireler çiziyor. Hareketleri bir danstan çok sırt üstü yüzen bir yüzücüyü andırıyor. Arkadaşları onu görmezden gelmeye devam ediyorlar.

Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nin başkanı, Bolt'un 100, 200 ve 4x100 bayrak yarışlarında altın madalya getiren performanslarını dans ederek kutlamasını (Bolt sırayla Nuh Linga, Gully Crepea ve Tak Weh Yuhself danslarını yaptı) eleştirmiş, onu gösteriş yapmak ve rakiplerini rencide etmekle suçlamıştı. Dans etmesine gelen eleştiriler, kendisine sıkça yöneltilen sporu ciddiye almadığı suçlamasının bir parçası. Atletizm dünyasının bazı önemli isimleri Usain Bolt'u sporun Wolfgang Amadeus Mozart'ı olarak görüyor: İnanılmaz derecede yetenekli bir atlet ama aynı zamanda bir serseri ve soytarı. Bazıları, insanüstü özellikler gösteren birinin insanüstü bir kişiliğe sahip olmasını da bekliyor. Kendi bakış açısına göre Bolt aslında bu beklentiyi de karşılıyor.

Ve eleştiriler umurunda bile değil. Önceki yıllarda daha gençken, düşündüğü tek şey hayranlarından medyaya etrafındaki herkesi memnun etmekmiş. Ama 2004 Atina'daki felaket performansından sonra gelen eleştirilerin ve insanların düşüncelerinin ardındaki acımasız bakış açısını yaşayarak görmüş. "Anladım ki, başarılı olmadığın sürece eleştiriliyorsun. Başarılıysan da seviliyorsun." Bu aydınlanma, onu özgürleştirmiş. Bunu fark ettiğinden beri hiçbir şeyi umursamıyor. Ne baş döndürücü övgüler umurunda, ne de doping söylentileri. "Bunu fark ettiğim an, kendime şöyle dedim: Her zaman önce kendimi düşünmeliyim. Ondan sonra başarılarımdan keyif almaya başladım."

Sadiki'yi kaldırıp The Jerk dansını beraber yapmaya davet ediyor ama kardeşi BlackBerry'siyle meşgul. Şarkı başladıktan 30 saniye sonra kulaklıklarını atıp mikrofonu eline alıyor, kahve masasının üstüne çıkıp tek başına dans etmeye başlıyor. İleri geri attığı adımlarla fayans zeminde ayaklarını kaydırıyor. Biraz aptalca bir dans ama Bolt bu işi çok iyi beceriyor.

Arkadaşları artık onu görmezden gelemiyor. Bu sefer de onlar Bolt'u izliyor ancak o onları görmüyor bile. Gözleri kapalı. Kendini müziğe kaptırmış, dans ediyor.



Yazı: Luke Dittrich

29 Eylül 2014 Pazartesi

One response to Usain Bolt: Mutant

  1. Unknown says:

    emegınıze saglık.. benım hayatım fılm olsa ızlenmez cok sıkıcı dıyor ,fenomen bırının bunu demesı gercekten garıp

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.

İzleyiciler