Bizi Twitter'dan takip etmek için: @sotatercuman
Çeviri arşivimize ulaşmak için tıklayın.


Drazen Petrovic'in Mirası

Birazdan okuyacağınız yazı, 7 Haziran 2013 tarihinde ESPN'de yayınlanmıştır.
Drazen Petrovic, dünyanın öbür ucundaki Polonya'dan Portland'daki dostu Avukat Nick Goyak'ı aradığında, tarih Haziran 1993'tü. Petrovic, Avrupa Basketbol Şampiyonası elemelerinde Hırvatistan'ı temsil ettiği sırada çok önemli bir haber almış, alır almaz da Portland'dan New Jersey'e gittikten sonra bile neredeyse her gün görüştüğü dostuna güzel haberi vermek için telefona sarılmıştı: Hırvat yıldız, kariyerinin zirvesindeydi. NBA'in en iyi üçüncü beşine seçilmişti.

"Nick, ligin en iyi 15 oyuncusu arasına girdim. Bunun benim için anlamı çok büyük." Goyak, o konuşmayı daha dünmüş gibi hatırlıyor: "Bana söylediği son şey bu oldu: Kendisiyle gurur duyuyordu."

Bu onuru yaşamak için fiziksel ve mental engellerle dolu, engebeli bir yoldan geçmiş; çevresindekilerin bakış açısını değiştirip saygısını kazanmak için zorlu bir savaş vermişti. Avrupa'dan NBA'e geldiğinde Amerika'daki herkes için büyük bir merak konusuydu. Hakkında bilinen tek şey, çıkış yaptığı dönemde sergilediği yetenekler sebebiyle Mozart lakabını almış, gösterişli bir oyuncuyu olduğuydu. Amerikalı yazarlar onu yeni Pete Maravich olarak nitelediler. Kendine özgü tarzını ve ifadesini anlatmak için en iyi yol buymuşçasına, onu bir çeşit gösteri sanatçısı gibi lanse ettiler. Fundamental’ının kusursuzluğu ise ikinci planda kaldı.

Maalesef, Mozart'ın tarzı NBA'e çok uygun değildi. Petrovic oyununu değiştirmesi gerektiğini çabuk fark etti. Burada kendini zorla kabul ettirmesi mümkün gözükmüyordu. En mantıklı yöntem, buraya uyum sağlamak olacaktı. Fiziği değişti, oyunu değişti ve başarılı olma arzusu tavan yaptı. Trail Blazers'da geçirdiği ilk yılda eline geçen fırsatlar çok sınırlıydı ama Nets'te elde ettiği şansı sonuna kadar kullandı. Sonraki iki yıl içerisinde NBA'in en iyi üçüncü şutör guard'ı haline geldi. Avrupalı oyunculara pek uygun olmayan bu ortamda, All-NBA takımlarından birine seçilen ilk Avrupalı oyuncu oldu.

Goyak, Petrovic'in sesindeki heyecanı yanlış anlamadığından emin. Drazen kendini basketbola ve yetiştiği ülkeye adamış, bu büyük gururu yaşamayı sonuna kadar hak etmiş genç bir adamdı. Bu onur, lige ilk geldiği vakitler Avrupalılar'ın burada başarılı olamayacağını, stil ve fizik olarak buraya uygun olmadıklarını söyleyen bakış açısına karşı kazanılmış bir zaferdi aynı zamanda. Petrovic bu bakış açısını değiştirmeye, insanların dikkatini çekmeye, saygısını kazanmaya ve beklentilerini yükseltmeye kararlıydı.

Bu başarı, inandığı her şeye bir geçerlilik kazandırdı. Henüz 28 yaşında ve NBA'deki dördüncü sezonunda bir zirveyi daha aşmıştı.

İki arkadaş o gün birbirleriyle vedalaştı. Goyak, halihazırda büyük başarılara imza atmış bu genç adamın bu ödülle daha da ateşleneceğini hissediyordu.

İki gün sonra, Petrovic hayatını kaybetti.

*

Trail Blazers'ın basketbol operasyonlarından sorumlu başkan yardımcısı Bucky Buckwalter, 90'lı yıllarda, Avrupalılar'ı NBA'e uygun bulmayan pek çok yöneticinin aksine yaşlı kıtadaki oyuncuların önemli bir potansiyele sahip olduğuna inanıyordu. Fransa'da koçluk yapan George Fisher onun bu görüşüne katılan az sayıdaki vatandaşından biriydi.

"Bence NBA'deki koçlar başlarda biraz isteksizdi. Çünkü Avrupalı oyuncuların mızmız olduğu gibi bir izlenim vardı" diyor Fisher. "Yeterince sert oynayamadıkları düşünülüyordu. O zamanlar görüştüğüm koçlar hep bundan bahsederdi."

Buckwalter, eski meslektaşıyla sürekli olarak Avrupa'daki üst düzey oyuncular hakkında konuşur ve sohbetin konusu dönüp dolaşıp her zaman şu iki oyuncuya gelirdi: Drazen Petrovic ve Arvydas Sabonis.



O dönem Petrovic ve Sabonis arasında büyük bir rekabet vardı. Karşılaşacakları maçların heyecanı, hava atışından günler önce başlardı. Petrovic'in 1985-86 sezonunda oynadığı Cibona Zagreb'de koçluğunu yapan Zeljko Pavlicevic o maçların önemini şöyle anlatıyor: "Drazen için Sabonis'e karşı oynadığı maçların iki ayrı anlamı vardı: Birincisi, maçı kazanmak; ikincisi, Avrupa'nın en iyi oyuncusu olduğunu göstermek. Onun için bu çok önemliydi." İki oyuncu, Avrupa basketbolunun en prestijli bireysel ödüllerini kazanıp Euroleague şampiyonluğu için mücadele ettikleri sırada, bir yandan da medyadan birbirlerine göndermeler yapıyordu (1986'da Petrovic'in Cibona'sı, Sabonis'in Zalgiris'ini yendi).

Buckwalter her fırsatta Avrupa'ya gidip bu iki oyuncuyu izliyordu. Petrovic’in onu etkileyen ilk özelliği zeka ve fundamental'ı estetik bir tarzla bir araya getirmesiydi: "NBA'de oynayacak kadar yetenekli olduğuna ikna olmuştum. Onu izlediğim ilk günden itibaren formu mükemmeldi. Kendi kendime "Şut tekniğiyle ilgili eğitici bir video hazırlayacak olsam, bu adamı örnek olarak kullanırım. Tek kelimeyle kusursuz" dedim."

Blazers'ın sahibi Larry Weinberg'in de izniyle Buckwalter 1986 NBA Draft'ında Sabonis ve Petrovic'i seçti. Ancak kimse Avrupalı bir oyuncuyu NBA'e gelmeye nasıl ikna edeceğini bilmiyordu.

Petrovic'in NBA'e gelmesi için üç yıl geçmesi gerekti. 25 yaşındaki Hırvat yıldız, Avrupa'da sözünü verdiği bütün başarılara ulaştıktan sonra 1989-90 sezonunda Yeni Dünya'ya ayak bastı. Menajerliğini o dönem Avrupa basketbolu konusunda en bilgili insanlardan biri olan Warren LeGarie yapacaktı. Legarie, lig tarihinin ilk Batı Avrupalı oyuncusu İspanyol Fernando Martin'i de temsil etmişti. NBA oyuncuları karşısında kendini ispatlayamamış basketbolcularla çalışmak konusunda tecrübeli bir isimdi.

"Yöneticiler fark yaratabilecek, özel bir oyuncu istiyordu. Sorun çıkaran ise koçlardı" diyor LeGarie, o yıllarda Avrupalı oyuncuları temsil etmenin zorluklarından bahsederken. "Onların gözünde Avrupalılar rekabet için değil pazarlama için getirilen oyunculardı. Birçok koç iletişim kurmakta zorlanacaklarını, özellikle duygusal anlamda şiddetli, gergin anlarda kendilerini ifade edemeyeceklerini düşünüyordu. Akıllarının bir köşesinde hep bu düşünce vardı."



Petrovic'in Portland'daki döneminde canını sıkan şey, iletişimden ziyade fırsat bulamamasıydı. Yanlış zamanda yanlış yere gelmişti: All-Star guard Clyde Drexler'ın arkasında Blazers bench'inin dibine demir atmıştı. Ama bu durum kendine olan inancını asla azaltmadı: "Bana her zaman şöyle derdi: Yapabilirim, başarabilirim, oynayabilirim. Koç beni kullanmayarak aptallık ediyor." Bu sözler, Petrovic'le önce Yugoslavya sonra Hırvatistan Milli Takımı'nda beraber oynayan Dino Radja'ya ait.

Petrovic Portland’daki ikinci sezonunun başında da istediği şansı bulamamıştı, ta ki New Jersey Nets'e takas edilene kadar. Kendini kanıtlamak için yanıp tutuşan genç adam, menajeri aracılığıyla ve bizzat bu takasın gerçekleşebilmesi için bastırdı. Onun için Avrupa'yı fethetmek yeterli değildi. Çalışarak ve gelişerek yoluna devam etmek zorundaydı. Petrovic'in dünyasında kendinden memnun olmak bir tuzaktı ve tembellik affedilmez bir suçtu.

New Jersey onun için doğru adres oldu. Portland'dayken Buckwalter'ın ona verdiği desteğin benzeri Nets genel menajeri Willis Reed'den geldi. Reed'e göre Petrovic kendini kanıtlaması gereken bir guard’dan ziyade zaman verilip sabır gösterilirse büyük bir yıldıza dönüşebilecek bir potansiyeldi. Yeni takımına geldiğinde işlerin Portland'daki kadar zor olacağı ama ligin kalburüstü guard'larından biri olma şansına sahip olduğu söylendi.

*

"Drazen'in kendine özgü bir tarih anlayışı vardı ve NBA konusunda dersine çok iyi çalışmıştı" diyor o dönem Nets'de asistan koçluk yapan Rick Carlisle. "NBA tarihini biliyordu. Avrupalı oyuncular açısından tarih yazdığını da biliyordu. O buraya sadece basketbol oynayıp para kazanmaya gelmemişti. Çığır açmak, NBA'de gerçekten büyük başarılara imza atan ilk Avrupalı oyuncu olmak istiyordu."

Sonraki sezon New Jersey'de ilk beş başlama ihtimali ortaya çıkınca, Petrovic 1991 yazında kendini spor salonuna kapattı. Oyununu ve vücudunu NBA'de karşılaşacağı zorluklara hazır hale getirmek için Nets'in kondisyoneri Rick Dalatri'yle beraber bütün yaz durmadan çalıştı. Dalatri o günleri şöyle anlatıyor: "En iyisi olmak istiyordu. Olabileceğinin en iyisi olmak, NBA'de oynayabileceğini herkese kanıtlamak istiyordu. Bu ikincisi çok önemliydi: "NBA'de oynayabileceğimi herkese kanıtlayacağım" diyordu. Sonradan bunu çok önemsemedi. Sezon başladıktan kısa süre kendiyle yarışmaya başladı. Kendi sınırlarını keşfetmek istiyordu."

Petrovic, 91-92 sezonunda %50 saha içi isabet oranıyla maç başına 20.6 sayı attı. En Çok Gelişme Gösteren Oyuncu Ödülü oylamasında ikinci oldu ve Nets'in play-off'taki ilk maçında rakip potaya 40 sayı gönderdi.

Boston Celtics'te dört sezon forma giyen Radja, bu sayıların önemini şöyle anlattı: "O günlerden evvel Avrupalılar'ın NBA'de başarılı olabileceğini düşünen kimse yoktu. O başardıktan sonra herkes bize inanmaya başladı."

Petrovic, Barcelona'daki 1992 Yaz Olimpiyatları'nın yıldızlarından biri olduktan sonra 1992-93 sezonunda daha iyi, daha gelişmiş, daha komple bir oyuncu olarak NBA'e geri döndü. Artık bir şutörden daha fazlası olmak istiyordu. 22.3 sayı ortalamasıyla sayı krallığında dokuzuncu olup Nets'i ikinci kez üst üste play-off'lara taşıdı. Ama geleceği belirsizdi. All-Star Maçı'na seçilmemesi canını sıkmıştı. Eski bir takım arkadaşına basketbol dışı sebeplerden, belki de kimsenin farkında olmadığı bir yabancı düşmanlığından ötürü performansının küçümsendiğini söyledi. O yaz kontratı bitecek olmasına rağmen Nets'in yeni kontrat görüşmeleri için aceleci davranmaması onun için hak ettiği değeri görmediğinin işaretiydi. Avrupa'ya dönmesi için yapılan teklifler söylentileri iyice artırdı. Nets'in Cavs'e ilk turda elenmesinin ardından Petrovic muhabirlere NBA'deki işinin bittiğini söyleyecekti.



Geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki Petrovic'i diğer Avrupalı çağdaşlarından ayıran sadece yeteneği değilmiş. Hırvat oyuncu, nev-i şahsına münhasır cesareti ve kendine güveniyle öne çıkmayı başardı. Daha önce lige gelen Avrupalılar'da böyle bir tavır görmemiştik. Onlar kısıtlı roller oynamayı kabullenmişti. Ama onun bu kendine özgü havası, NBA'de bir geleceği olacağından şüphe eden sonraki nesillere umut verdi. Petrovic bir rol oyuncusu muamelesi görmeyi kendisine hakaret saymıştı.

New York Times'dan Harvey Araton'a göre "Drazen, kendini bir yıldız gibi taşıyan ilk Avrupalı'ydı. Sahadaki beden diliyle bunu söylüyordu. O günlerde NBA'de yaşanan değişimin ilk yansıması oydu. Ligin Amerika doğumlu yıldızları, gelecekte bu değişimle yüzleşmek zorunda kalacaktı."

Ve bir gün, ansızın bizi bırakıp gitti. Sıradan gözüken ama tüyler ürpertici bir olaylar dizisi Petrovic'in hayatına maloldu: Son anda genç bir arkadaşının arabasıyla yolculuk yapmaya karar verdi. O arkadaş gaza biraz fazla bastı. Alman otobanının yolları normalden biraz daha ıslak ve kaygandı. Ölümü başta ailesi olmak üzere pek çok insanı derinden sarstı. Nets koçu Chuck Daly onun ölüm haberini aldıktan sonra istifa kararı aldı ama Reed'e olan saygısı sebebiyle görevine (ancak bir sezon daha) devam etti. Heyecan verici bir potansiyele sahip olan Nets organizasyonu kendi kendini yok ederek düşüşe geçti. Barcelona'da gümüş madalya kazanan Hırvatistan Milli Takımı, 90'ların kalanında ortalarda gözükmedi. Petrovic arkasında etkileyici bir kariyer bıraktı ama hayranları yapacak daha çok şeyi olduğunu söylüyordu.

Ligin tarihini değiştirdiği ise sonradan anlaşıldı. Ölümünden sonra Hırvat oyuncular Dino Radja ve Toni Kukoc ligin en iyi ikinci çaylak beşine seçildi. Alman forvet Detler Schrempf sonraki 10 yılda üç kez All-Star'a ve Petrovic gibi ligin en iyi üçüncü beşine seçildi. 2001'de Dirk Nowitzki tekrarlayana dek bu başarıyı yakalayan kimse olmayacaktı. Hemen sonraki sezon All-Star maçında iki Avrupalı oyuncu oynayacaktı (Nowitzki ve Peja Stojakovic).

Drazen Petrovic'in Basketball Hall of Fame'e seçilmesi de bu dönemde oldu. Geçen yıllarda hızla bütün dünyaya yayılan bu spora, uluslararası anlamda büyük katkıda bulunanlardan biriydi. O, gelecekte olacakları önceden sezmiş ama görmesine ömrü vefa etmemişti. Ancak yakınlarının söylediklerine bakılırsa, Petrovic düşüncelerinin doğruluğunu görecek kadar yaşamıştı zaten.


Yazı: Todd Spehr

30 Ekim 2014 Perşembe

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.

İzleyiciler