Bizi Twitter'dan takip etmek için: @sotatercuman
Çeviri arşivimize ulaşmak için tıklayın.


Tarihin En İnanılmaz Bovling Öyküsü

Birazdan okuyacağınız yazı, ilk olarak D Magazine'in Temmuz 2012 sayısında yayınlanmıştır.

Bill Fong, elinde 7 kiloluk bovling topuyla kulvara doğru ilerlerken nefes almak şöyle dursun bunu aklından bile geçirmemek için uğraşıyor. Vücudunun artık kendi kendine ezberlediği bir grup komplike kas hareketini gerçekleştirmesini bekliyor. Uzun lafın kısası, bir robota dönüşmek istiyor.

48 yaşındaki Fong, 1.80'lik boyu ve geniş omuzlarıyla topu göğsüne doğru çekip hafifçe yalpalayıp önce geri, sonra ileri doğru sallayıp faul çizgisine doğru beş ölçülü adım atarken, kolundaki hareketin enerjisi bir sarkacı hatırlatıyor. Elinden çıkardığı top, cilalanmış ahşap parkenin üzerinde yüzercesine süzülürken, su üzerinde uçan deniz uçakları akla geliyor. Top, bir süre sağ taraftaki oluğun hizasında seyredip hemen akabinde saat yönünün tersine hafifçe falso alıyor. Ama kulvarın sonuna doğru yaklaştıkça, sanki bir uzaktan kumandayla kontrol ediliyormuş gibi ortaya doğru meyletmeye başlıyor. O son hareket, topun tam zamanında olması gereken yere gitmesini sağlıyor. Bir saniye önce hedefi ıskalayacakmış gibi gözükürken, şimdi lobutların tam göbeğine, hedefi 12'den vurmaya doğru yol alıyor.

Fong, takım arkadaşlarının oturduğu masaya geri dönüp —her zaman aynı yerlerde oturup, aynı sırayla atış yapıyorlar— 10 yıldır defalarca yaptığı gibi tebrikleri kabul ediyor ama halinden pek de memnun gözüktüğü söylenemez. Atışı tüm lobutları devirmiş olsa da onun için yeteri kadar iyi değil.

Chicago'lu olduğunu belli eden bir aksanla "Bu atışta çok şanslıydım" diyor. "Yedinci lobutun düşmesi biraz zaman aldı. Birkaç değişiklik yapmam gerekiyor." Ardından, ikiye katladığı bir kağıt parçasına birkaç not karalıyor.

Takım arkadaşları, Fong'un atışlarını geliştirecek değişikliklerden ya da bu akşamki çekişmeli sayılabilecek lig maçından konuşmak istiyormuş gibi gözükmüyor. Onlar hâlâ iki yıl önce yaşanmış bir akşamı tartışıyorlar. İstisnasız her hafta, o akşamın bahsi geçiyor. Hatta "O Akşam" demeniz bile Plano Super Bowl'daki herkesin neden bahsettiğinizi anlamasına yetiyor. O akşama "O Olay" ya da "O İnanılmaz Seri" dedikleri de oluyor. Bölgenin amatör bovlingcilerinden birinin Dallas Morning News’e çıkmasını sağlayan bir şey bu. Fong'un rakiplerinden biri o akşamı "Bir bovling salonunda gördüğüm en inanılmaz olay" şeklinde tanımlıyor.

Elbette, Bill Fong'a o akşamı hatırlatmanıza gerek yok. Hayatına devam ettiği her gün; o ânı, o saatleri düşünüyor zaten.

• • •

Birçok insan, bovlingde mükemmele ulaşmanın 300'lük bir seri yapmak olduğunu sanıyor ama bu yeterli değil. Orta seviyedeki herhangi bir amatör bovlingci, şansının döndüğü bir akşam üst üste 12 kez lobutların hepsini devirebilir. Amerika'daki bovling salonlarının sayısını düşündüğünüzde, her gece birilerinin bir yerlerde 300 yapmayı başardığını tahmin etmek zor değil. Ama sadece insan görünümünde bir robot, "mükemmel seri" yani üç kez üst üste 300'lük yapabilir. 95 milyondan fazla Amerikalı bovling oynuyor ama Birleşik Devletler Bovling Birliği resmi kayıtlar tutmaya başladığından beri sadece 21 kez 900'lük seri yapılabilmiş.

Bill Fong'un mükemmele ulaşmak için yaptığı o hamlenin yaşandığı akşam, salondaki herhangi bir gün gibi başladı. Saat 17:30'da ısınmak için antrenman yapmaktaydı. Dört ayrı bovling liginde mücadele ediyor, haftada en az 20 maça çıkıyordu. O gece, 18 Ocak 2010'da, zamanlamasını geliştirmeye odaklanmıştı.

Bovlingte zamanlama, her şeydir. Zamanlamanız doğruysa kollarınız, bacaklarınız ve göğsünüz ahenk içerisinde kulvara doğru ilerler, daha iyi bir dengeniz olur. Dengeyi kurmuşsanız, daha isabetlisiniz demektir. Ve ne kadar isabetliyseniz, karar mekanizmanız da o kadar gelişir. Buna karşın, zamanlamanız kötüyse dengeniz de kötüdür ve hedefinizi vuramazsınız. Göz önüne alınması gereken çok fazla faktör, doğru ölçülmesi gereken çok fazla unsur söz konusudur ve her zaman doğru kararları vermeniz imkansızdır. Fong, iyi bir serinin iyi bir zamanlamaya bağlı olduğunu biliyor. Ve o akşam antrenman yaparken, derin bir nefes alıp kafasındaki tüm düşünceleri silmeye, vücudunun her bölgesinin olması gerektiği gibi hareket etmesini sağlayacak kararları vermeye çalışıyor.

Akşamki antrenmanda fazla atış yapmıyor. O akşam özel bir şey yaşayacağını düşünmesine sebep olabilecek hiçbir şey yok.

Fong'un takımı Crazy Eights (ismi Çin kültüründe sekiz rakamının uğurlu olmasından geliyor) 27 ve 28 numaralı numaralı kulvarlara verilmiş. Fong'un favori ikilisi... "Sol taraftaki 27 numara topa daha çok falso veriyor" diyor. "Sağdaki 28 ise daha düz."

Birinci frame, soldaki kulvarda. Fong, her zamanki gibi en son sırada yani gözlem yapmasını kolaylaştıran bir anda atış yapacak. Takım arkadaşlarının atışlarını izliyor. Bütün topların olması gerekenden biraz erken falso aldığını ve bu yüzden girmesi gereken cep noktasını yani en baştaki lobutla sağdaki üçüncü lobut arasındaki kilit noktayı kaçırdığını fark ediyor. Bütün lobutları tek atışta devirmenin en etkili yolu, topu bu noktaya göndermek. Bu yüzden sırası geldiğinde atışını topun daha derin bir falso alması için ayarlıyor. Top, cebin dış tarafında normalden biraz daha uzun süre kalıp kulvarın uç kısmına biraz daha uzun bir yolculuk yapıyor.

Sonuç gürültülü ve güçlü bir vuruş oluyor. Tüm lobutlar devriliyor. Top cebe büyük bir öfkeyle dalıp 10 lobutu da al aşağı ediyor. 28'nci kulvarda yaptığı sonraki atış da benzer biçimde kuvvetli bir sonuç getiriyor. Hatta, ilk dört atışın dördünde de rahatlıkla tüm lobutları deviriyor. Ama bunlar takım arkadaşlarının pek dikkatini çekmiyor.

Güneyli, tatlı bir kadın olan ve bovlingle oyunun kendisinden çok sosyalleşmek için ilgilendiğini söyleyen JoAnn Gibson da o arkadaşlardan biriydi: "Dürüst olmak gerekirse, ilk dört atışta öyle sıradışı bir durum yoktu."

JoAnn'e arada bir masum masum kur yapan daha ciddi bir bovling oyuncusu Tom Dunn da şöyle diyor: "Bill gibi oyuncular bu tip kısa serileri her zaman yapabilirler."

Hem Gibson hem de Dunn, Cliton'ın başkan olduğu dönemden bu yana oynadıkları bu ligde Fong'la hem takım arkadaşı hem de rakip olarak oynamışlar. Dokuz yıldır da aynı takımdalar. Takımın bir diğer üyesi James Race'in, sürekli gülen yüzü ve nazik mizacıyla takıma katılması birkaç yıl sonra olmuş. Bovling salonu dışında pek beraber takılmıyorlar ama hayatlarında ne olursa olsun, pazartesi akşamları Plano Super Bowl'a gelip birkaç saat bovling oynuyorlar.

Fong'un o akşamki beşinci frame'i pek de iyi sayılmazdı. Kulvara yaklaşması ve topu çıkarışı görünürde aynıydı —yavaş yavaş, o bahsettiğim robota dönüşüyordu— ve top gitmesi gereken o kilit noktaya gitmişti ama lobutların düşmesi biraz zaman aldı. 10'ncu lobut olduğu yerde sallandı, sendeledi ve sonra Fong'un "haberci" olarak nitelediği şey oldu. Sol tarafta düşmekte olan diğer lobutlardan biri sekerek 10'ncuya doğru yaklaştı ve tam da dengesini bozmaya yetecek bir temasla inatçı lobutu yere indirdi. Fong, masaya döndüğünde takım arkadaşlarından gelen tebrikleri kabul etti ama ona göre tebriği hak etmiyordu: Bu seferki "şanslı bir atıştı."

Altıncı frame'de de bir başka gürültülü ve şiddetli top gönderdi. Sonra bir tane daha. Bir tane daha. Artık her atıştan sonra, bütün lobutları devireceğini top elinden çıkar çıkmaz anlayabiliyordu. Bir an için lobutların öylece duruşuna bakıyor, sonra düşüşlerini izliyordu. "Trafikte yeşil ışığı yakalamak gibi. Sonra bir yeşil, bir yeşil daha ve dönüyorum, hâlâ gittiğim her yerde yeşil ışıklara denk gelmeye devam ediyorum."

Daha ne olduğunu anlamadan, 10'ncu frame'e gelmişti bile. Tekrar sağ taraftaki kulvardaydı. Topu yine geniş bir açıdan göndermeye çalıştı. Kulvarın dış tarafından, sağdaki oluğun hemen yanından gitmesi gerekiyordu. 10'ncu frame'in ilk iki atışında aynen öyle oldu ve top tam Fong'un istediği noktadan lobutlarla buluştu. İki atışta da hepsini devirdi.

Ama sonuncuda dikkatini çeken bir şey yaşandı. Fong, lobutların çıkardığı sesten bir gariplik olduğunu anladı. Kulvarın sonundaki kitle darmadağın olurken, dokuzuncu (yani son sırada sağdan ikinci) lobutun öylece durduğunu görebiliyordu. Uçuşan diğer lobutların yarattığı kaosu izliyordu: Her biri öylece dikilen dokuzuncuya dokunmadan düşüyordu. Kafasını kaldırdı, umutla, gözlerini ayırmadan bakıyordu. En sonunda, lobutlardan biri yana devrilirken dokuzuncuyu da yere savurdu.

Race "O 300'lük seriyi güçlü bir oyun olarak tarif etmek en doğrusu olur" diyor.

Super Bowl çalışanlarından biri, Fong'un ismini ve yaptığı seriyi dev hoparlörlerden ilan etti. Fong özellikle bu ritüeli çok seviyordu. Sonra alkışlar duyuldu.

"Bazen üst üste 300 yaparsanız ya da bir haftada birden fazla yaparsanız anons etmiyorlar" diyor.

Oysa, bu gece daha yeni başlıyordu.

• • •

Bill Fong'un hayatında bovling dışında önemli bir başarısı olmadı. Çinli annesi ondan mükemmel olmasını bekliyordu ama o, ortalama bir öğrenciydi. Üniversiteyi bitirmeyi başaramadı, evliliği pek uzun sürmedi ve asla çok para kazanamadı. Kendi ifadesiyle, anne babası onu pek sevmezdi. Bir bovling oyuncusu olarak 230'ların üstündeki ortalama skoru, bu konuda tanıdığınız herkesten daha iyi olduğu anlamına gelebilir ama bu ortalamayla bile Plano'daki en çekişmeli ligde ancak 15'nci olabildi. Kısacası, hayatındaki hiçbir şey planladığı gibi gitmedi.

Fong, "bovling felsefesini" memleketi Chicago'nun çekişmeli maçlarla dolu salonlarında edindiğini söylemeyi pek seviyor. O dönem liseye gidiyormuş ve Michelle Obama okuldan arkadaşıymış. O zamanlar Çin Mahallesi'nde yaşayıp bovlingle ilgilenen az sayıdaki çocuktan biriymiş. Annesinin kısıtlayıcı tavırlarına ve arkadaşlarının çoğunun okulun en başarılı öğrencileri arasında olmasına rağmen, o sporu tercih etmiş. Futbol için çelimsiz, basketbol için kısaymış ama sokakta tek başına bir aşağı bir yukarı koşar, hayali arkadaşlarıyla yarış yaparmış.

Fong henüz küçükken anne ve babası boşanmış. Müstakbel üvey babasının annesiyle çıktığı randevularda mahalledeki bovling salonuna gittiklerini hatırlıyor. Orada ilk kez bovling oynadığında, yüzünü lobutlara döner dönmez arkada olup bitenleri hiç düşünmediğini fark etmiş. Aklı sadece topa, kulvara ve lobutlara odaklanmış ve dünyanın kalanı görünmez olmuş. Başka hiçbir şeyin onu böyle içine çekmediğini söylüyor.

O sıralarda annesini tavlamaya çalışan müstakbel üvey babası, eğer 120'nin üstünde bir skor yaparsa çocuğa kendi topunu alacağına dair söz vermiş. "Ama almadı" diyor Fong. "Ben kendim aldım."

Annesi yeniden evlenip taşınınca; kardeşleri, sessiz ve çalışkan bir adam olan babası ve bovlingle baş başa kalmış. Lise takımına girmiş. Kütüphaneye gidip bovling teorisiyle ilgili kitap raflarını incelemiş. Üniversitede geçirdiği kısa bir dönemden sonra, kendini bol bol ot içip bütün gece bovling oynarken bulmuş. Geçimini sağlamak için iddiaya girdiği insanları yenmeye çalışıyormuş.


Güneşin doğuşuyla beraber salondan çıkıp kahvaltı yapmaya gider, akşam altıya kadar uyuyup süreci en baştan tekrarlarmış.

22 yaşında evlenmiş, eşi onu “büyümeye” davet edince her hafta televizyonda izlediği adamlar gibi profesyonel bir bovlingci olamayacağını fark edip berberlik yapmaya başlamış.

“Sadece para kazanmak için yaptığım bir işti. Zanaatkar yanı da hoşuma gidiyordu ama benim için bir tutku değildi” diyor.

Kısa süre sonra bovlingi tamamen bırakıp zamanlama, denge ve isabet gibi konularda bovlinge benzediği için golfe başlamış. 10 yıl boyunca çalışan herkesin üst seviye bir oyuncu olabileceğini duyması da bunda etken olmuş. Golf hakkında kitaplar okuyup profesyoneller için malzemeler satan bir dükkanda işe başlamış. Hatta sopa yapmayı bile öğrenmiş. Sürekli iş değiştirdiği, boşandığı, (bazı aile üyeleri burada olduğu için birkaç kez ziyaret edip çok sevdiği) Dallas’a taşındığı 10 yıllık süreçte golf oynamayı sürdürmüş. Küçük kız kardeşi bu dönemde Baylor Üniversitesi golf takımının yedekleri arasında girmiş. Ama bunca yıl neredeyse her gün golf oynamasına rağmen kendisi sıradan bir oyuncu olarak kalmış. Sonu gelmez gibi görünen bu uğraşla meşgul olmaktan bıkıp, bir daha golf oynamayacağına yemin etmiş.

Bovling oynarken ne kadar mutlu olduğu aklına gelmiş. Bu oyunu "kendisine bütün gece kumar oynama fırsatı verdiği için değil; ona tüm dünyaya kulaklarını kapatmış bir robot gibi hissetme şansını verdiği için özlemiş". Birkaç lige katılıp Kuzey Texas’ın her yerindeki turnuvalarda oynamış ama hiçbir yeri Plano’daki Super Bowl kadar sevememiş. Buradaki dost yüzler, bütün lobutları deviren iyi bir atışın sesi onda özel bir his uyandırmış. Kendine uygun yeri bulduğunu anlamış.

Geçen 14 yılın ardından buradaki 48 kulvar da ezberinde. Bu durumu Tiger Woods’un evindeki golf sahasının tüm deliklerini bilmesine benzetiyor. Fong yıllar içinde bu kulvarların her birinde defalarca bovling oynamış, her biri için detaylı kayıtlar tutuyor.

“Hiçbir kulvar diğerinin aynı değildir” diyor.

Hangi kulvarların daha iyi falso verdiğini, hangisinin topu cebe doğru çektiğini belgelerle kayıt altına almış. En küçük çukurlardan neredeyse görülemeyecek eğimlere kadar hiçbir kusur gözünden kaçamıyor. Örneğin, beşinci kulvarda topu daha düz atan oyuncuların tüm lobutları devirme oranı diğerlerine göre daha yüksek. 16’ncıda ise parkelerin üzerindeki cila topu tam lobutların üzerine doğru kaydırıyor.

Gibson, Fong’u tanıdığı süre boyunca kendisiyle topun hareketi ya da kulvarın cila özellikleri dışındaki konular hakkında çok az sohbet ettiklerini söylüyor ve bu tip teknik bovling muhabbetlerinin çoğunun aklından uçup gittiğini itiraf ediyor. Bir yandan da kimseyi üzmek istemediğini belli eden bir ifadeyle gülümserken şöyle diyor: “Tabii, bu şeyler Bill’in hayatı.”

Fong da bu düşünceyi onaylıyor: “Geçmişe bakıyorum da… İçimde ne tür bir boşluk varsa onu bovling doldurmuş galiba.”

• • •

O akşam, insanlar yaptığı 300'lük seri için hâlâ Bill’i tebrik etmekle meşgulken, o kimsenin anlam veremediği bir şey yapıp topunu değiştirdi.

İki hafta önce kulvar 27 ve 28’de antrenman yaptığı aklına gelmişti. Birkaç oyunun ardından sağ kulvardaki cila dağılımı değişmişti. İkinci oyuna başlarken daha kaygan bir topa geçiş yaptı. Bu sayede atışları daha az falso alıp daha düz gidecekti.

Diğer kulvardan bir oyuncu onu değişikliği yaparken gördü. Şaşkın bir ifadeyle arkadaşlarına seslendi: “Bill Fong top mu değiştiriyor?”

Fong adamı duyup döndü:
“Evet,” dedi.

Adam da ona cevap verdi: “Sen delisin!”

Fong sırıtıp kendi kulvarına döndü. İleriye doğru bir adım atarak, lobutların hepsini deviren esaslı ve özenli bir atış daha gönderdi. Bu, gecenin 13’ncü strike’ıydı. Sonra da olduğu yerde öylece durdu, kollarını iki yana açmış kafasını sallıyordu. Cesur hamlesi, işe yaramıştı.

Dunn ortamdaki havayı hatırlıyor: “İkinci oyuna top değiştirerek başlaması o kadar inanılmaz bir şeydi ki… Her şey daha da epik bir hale gelmişti.”

Fong ikinci oyun boyunca sol tarafta daha agresif, sağ tarafta daha cilalı ve daha az agresif topunu kullanmayı sürdürdü. Tüm lobutlar devrilmeye devam ediyordu.

Artık o eline topu aldığında diğer takımın oyuncularının yüzünde bile bir gülümseme beliriyordu. Fong kendini, kahkahalar atıp bir yandan da diğer kulvarlardaki arkadaşlarına el hareketleri yaparken buldu. Etrafındakilere bol bol gösteriş yaptığını hatırlıyor: “Sanki zincirlerimi kırmış, rahatlamıştım.”

Kulvarın sonundaki her şeyi deviren başka bir atışından sonra içinde bir büyü hissetmeye başladı. Resmen topa yön veriyor, lobutlara doğru yönelmesi için onu kontrol ediyordu sanki. Kendini telekinezi gücüne sahip insanlar gibi hissediyordu. Dördüncü frame’de 7 ve 10 numaralı lobutlar istediğinden biraz uzun süre ayakta kalmış, iki koluyla aşağı doğru bir hareket yapmasının ardından ikisi de devrilmişti. Benzer bir şey sekizinci frame’de de tekrarlandı.

“Musa misali denizi ikiye ayırıyor gibiydim. Ellerimi oynatmamla önüme çıkan her şeyin kenara çekilmesi bir oluyordu.”

Kısa süre sonra o ayağa kalktığı zaman diğer oyuncular geriye çekilmeye başlayıp, yoluna çıkmamak için tedbir almaya başladılar. Dunn “Kimse böyle bir seriyi mahvetmek istemez” diyor.

10’ncu frame’le birlikte Fong, çevresindekilerin topu yuvarlamadan önce göz teması kurduğu son kişi olma korkusundan ona bakmadıklarını fark etti. Son frame’in ilk atışında “talihli bir kaza” olarak tanımladığı bir şey yaşadı. O akşam ilk kez, güçlü atışlarından biri izlemesi gereken rotanın biraz dışında kaldı. Ama sol taraftaki cila da artık buharlaşmaya başladığı için top mükemmel bir biçimde lobutlarla buluştu. İlk atışta bu değişikliği fark edince, ikinci ve üçüncüde konumunu ona göre ayarladı ve iki güçlü topla gecenin 23 ve 24’ncü kusursuz atışlarını yapıp oyunu bitirdi.

Ardından bir kez daha isminin hoparlörden anons edilişini duydu. Ve yine kendisini tebrik etmek için sıraya girmiş insanlarla tek tek el sıkıştı. Birkaçı, ilk 300’de onu kutlamaya gelmedikleri için mahcuptu. İnsanlar mutlu ama şaşkındı, Fong’un sırtına vurdukları sırada şaşkınlık dolu bir ifadeyle başlarını sallıyorlardı.

Bir kısmı şöyle dedi: “Hayatımızda üst üste 300 yapan birini görmemiştik.”
Fong da kafasını sallayarak cevap verdi: “Ben de görmedim.”

• • •


Hayatınızda verdiğiniz kararların tamamının doğru, attığınız adımların tümünün sağlam ve isabetli olduğu neredeyse hiçbir dönem yoktur. Hayat da, bovling gibi, her şeyi daha karmaşık, daha içinden çıkılmaz hale getiren faktörler ve değişkenlerle doludur. Çoğu zaman, kafanızdaki bir sorunun tam olarak doğru bir yanıtı yoktur. Ama Bill Fong o geceden önce de mükemmele ulaşmaya çok yaklaşmıştı. İki yıl önceki bir akşam ilk oyunda 297, ikincide 300 yapmıştı. Kalabalıktan birisi, bir 300’lük seri daha yaparsa 890 olan Texas eyalet rekorunu kırabileceğini hatırlattı. Üçüncü oyunda bu baskıyı kaldıramamış. Fong bunu ancak bugün itiraf ediyor. Rekorun hatırlatılmasından sonra kendisini çok fazla düşünürken, o “büyülü” alandan çıkarken bulumuş. Kısa süre sonra ritmi kaybolmuş, dengesi bozulmuş. Oradaki son oyunda 169 yapıp 800’lük seriyi bile tamamlayamamış.
Ama o gece, üst üste gelen iki 300’ün ardından buna benzer bir şey yaşamamak için özel çaba sarf edeceğinin farkındaydı.

Bu kez üçüncü oyundan önce birkaç kulvar ilerde oynayan bir arkadaşının yanına gitti. Tekrar top değiştirmeyi düşündüğünü söyledi. Son oyununda iki kulvar içinde daha az agresif olan topu kullanacaktı. Kariyerinde birçok kez 300 yapmış olan arkadaşı bu fikre şaşırdı ama çok basit bir öğüt verdi: “İçgüdülerine güven.”

Üçüncü oyunun ilk atışında da tüm lobutları devirip, üst üste ikinci kez yaptığı riskli hamle sonuç verince, Fong kendini uçuyormuş gibi hissetti. Adeta içmeden sarhoş olmuştu. İki takım arkadaşı ve rakipleri önüne çıkmamak için olabildiğince hızlı atış yapıp çekiliyordu. Beşinci frame’de de lobutları devirdiğinde 800 seviyesine çok yaklaştığını fark edip rahatladı.

Altıncı frame’le birlikte arkasında onu izleyen büyük bir kalabalık toplanmıştı. Düzinelerce insan işini gücünü bırakıp bovling izlemeye gelmişti. Herkes tanıdıklarına mesaj atmış, Facebook’a durum bildirisi yazmıştı. Kitle, giderek büyüyordu.

“O sırada ondan daha gergindik” diyor Gibson. “Yaptığı şey, adeta bir gösteriye dönüştü.”
Kulvara her yaklaştığında salon büyük bir sessizliğe gömülüyordu. Elindeki topu lobutlara gönderdiği her seferde onu tanımayan insanlar heyecandan inleyip bağırıyordu: “İşte bu be!” Lobutları her devirişinde alkış tufanları kopuyordu. Bill Fong hayatı boyunca böyle bir coşkuya maruz kalmamıştı.

Üçüncü oyunun 10’ncu frame’ine giderken üst üste 33’ncü kez tüm lobutları devirmişti. İnsanlar cep telefonu kameralarını çıkarmaya başladı. Herkes fısıldaşıyordu. Ama Fong topu eline alır almaz, ölüm sessizliği başlıyordu. Arkasındaki 100’den fazla insana şöyle bir baktı. Kalabalık, bovling salonunun büfesinden otomatlara kadar uzanan 25 metrelik mesafeyi hınca hınç doldurmuştu.

İşte bunu fark ettiği an, büyü bozuldu. Fong artık gergin hissediyordu. Sanki bu kadar insanın önünde işemesi gerekiyordu. Artık her neyse içindeki o şeyin, vücudunu terk ettiğini hissetti. 28’nci kulvarın önünde duruyordu, uyuşmuştu. Kendini zorlayıp bu psikolojiden kurtulmaya çalıştı.

Adımlarını atıp fazla falso vermeden topu kulvara gönderdi. Elinden çıkar çıkmaz, topa doğru elini sallamaya başladı. Gideceği yönü kontrol etmeye çalışıyordu. Atış olması gereken noktada ceple buluştu ama öncekiler gibi güçlü gitmemişti. Diğerleri anında devrilirken, dokuzuncu lobut yıllar gibi geçen kısa bir süre ayakta kaldı.

Nefesini tutmuş kalabalık tam hüsran çığlıkları atmak üzereyken, devrilmiş lobutlardan biri ters tarafa doğru yuvarlanarak dokuzuncuyu çelmeledi. Mekan alkışlarla, ıslıklarla inliyordu. Çıkan gürültü kameraları titretecek kadar yüksekti.

Fong topu değiştirmek için geriye doğru gelirken sersemlemiş gözüküyordu. O akşam ilk kez, kan ter içindeydi. Ama yine de son atışta yaptığı hatayı fark etti ve bu sayede neredeyse kusursuz bir ikinci atış yaptı. Top, kulvarda akıp giderken izleyicilerin çığlıkları duyuluyor; yine son anda gelen bir falso sayesinde atış güçlü bir darbeyle lobutları yere seriyordu. 10 lobutun hepsi düştüğünde kutlamalar tavan yaptı. 35 strike gitmiş, geriye yalnızca bir tane kalmıştı. 

Fong, son atıştan önce topu havlusuyla sildi. Tanımadığı bir kadının neşeli sesini duydu:  "Çok eğleniyoruz, değil mi ya?" Topu havaya kaldırıp bir an için soğukkanlı bir biçimde dikildi. Ardından beş adım attı ve mükemmeliyete erişmek için topu elinden çıkardı.

O gece lobutların hepsini deviren atışların çoğu gibi, bu da elinden çıktığı andan itibaren iyi gitti. Onlar gibi, önce düz gidip sonra tam zamanında lobutların bulunduğu cebe doğru meyletti. Birkaç kişi top kulvarın sonuna gelmeden kutlmaya başlamıştı bile. Topun gidişi o denli iyi gözüküyordu. Ama bu kez lobutlar yerlere saçılırken, akla hayale gelmeyecek bir şey oldu. En sağdaki, yani 10'ncu lobut şöyle bir sallandı ama yere düşmedi.

Salonda bulunan bazı insanlar tanık oldukları şeye inanmakta zorluk çekiyordu. Nasıl olmuştu da 35 mükemmel atıştan sonra gelen son atışta bir lobut ayakta kalmıştı?

Fong'un adını bile bilmeyen insanlar dizlerinin üstüne çöktü. Herkes nefes almakta zorluk çekiyordu.

Fong döndü, sağına doğru birkaç adım attı. Boştu. Bomboş.

Birkaç saniye önce onu sevinç içinde kucaklamaya hazırlanan arkadaşları şimdiyse yere yığılan Fong'u tutmak için koştular. Fong öylece dururken bir şey söylemeye, bir kelime etmeye çalıştı. Sesi bile çıkmadı.

• • •

O gecenin üstünden iki yıl geçmesine rağmen hâlâ aynı masanın çevresinde oturan Bill Fong ve arkadaşları, o anı tartışmayı sürdürüyor. Fong ayakta kalan o son lobutun hayatını mükemmel hale getirebileceğine inanıyor: "Her şey çok daha farklı olabilirdi" diyor. 900'lük seriyle gelecek ülke çapında şöhretin, sponsorların hayalini kuruyor. Profesyonel olma şansının bile olabileceğini düşünüyor. "En azından," diye ekliyor, "bir şeyde en iyi olurdum. Bill Fong ismi bu oyunun efsanelerinin bile üzerinde bir yerde ölümsüzleşirdi. En azından, sıradan bir adam olmazdım."

"O lobut, beni bovlingin ebedi ikincisi yaptı. Kimseden saygı gördüğüm yok."

Kafasında sürekli olarak o atışı tekrar yapıyor. O titrek cep telefonu videosunu tekrar tekrar izliyor.

"Top, sol elimden çıkarken o kadar iyiydi ki" diyor.

7 kiloluk yuvarlak, lobutlarla çarpıştığında o kadar çok şey öylesine hızlı cereyan etmiş ki o milisaniyelerde neyin ters gittiğini tam olarak bilmek, mümkün değil.

Bu durum, Fong'u bir neden bulma arayışından alıkoymuyor. Kendi kendine soruyor: "Acaba daha çok mu çalışmalıydım?" Bovlingden uzak durduğu 10 yılı suçluyor. O lobut Bovling Tanrıları'nın, yaptığı saygısızlık yüzünden ona verdiği bir ceza adeta...



Takım arkadaşları bu görüşe katılmıyor. Ayakta kalan lobutun Bill'in hayatını pek değiştireceğini falan da düşünmüyorlar. Ama yaptığı şey, herkes için inanılmazlığını koruyor. Plano Super Bowl'daki sohbetlerde "O Gece" hâlâ konuşuluyor.

"Akıllara durgunluk veren bir şeydi" diyor Gibson.

Mükemmeliyete ulaşmayı son atıştaki son lobutla kaçırmış olması ise bütün hikayeyi daha insancıl ve daha az robotik yapan unsur. Ve bu, nasıl oluyorsa, insana güzel bir şey gibi geliyor ve unutmamak gerek, Fong hâlâ Texas eyalet rekorunun sahibi. Ayrıca tarihte sadece 21 kez 900'lük seri yapıldığı düşünülürse, Fong teknik olarak bovling tarihinin en iyi 22'nci serisini yapmış da oluyor. (Belirtelim: Kayıtlara göre 899'luk serilerin sayısı sadece 11)

Fong'un hayatı artık yoluna girmiş. 899'luk seriyi yaptığı sıralarda Super Bowl'daki malzeme dükkanında yarı zamanlı çalışmaya başlamış. Yakın zamanda, Bowling Medic Pro Shop adını verdiği kendi yerini açmış. Plano'daki dört ligde de oynayan pek çok insan toplarının bakımı için ona geliyor. Bazen saçlarını da kestiriyorlar.

Şu da var: O gece, 899'un ardından birkaç arkadaşı Fong'a bira ısmarlamış. Pek alkol alan bir insan olmamasına rağmen, hayatının en güzel anlarının en büyük kabusuna dönüştüğü akşamda birkaç şişe içmeye karar vermiş Fong. Bir ya da iki bira ve tanımadığı insanlardan gelen tebriklerle geçen bir saatten sonra başı dönmeye başlamış. Eve döndüğünde banyoya gidip kusmuş. Etrafındaki duvarlar fırıl fırıl dönüyormuş.

Bill Fong'un felç geçirdiği sonradan anlaşılmış. O gece üstünde oluşan baskı ve yaşadığı gerilim yüzünden zaten yüksek olan tansiyonu, tehlikeli seviyenin bile çok üstüne çıkmış. Kısa süre sonra, aynı durum tekrarlanmış. Doktor, vücudundaki morlukları görüp başının nasıl döndüğünü duyunca, Fong'a ölümüne sebep olabilecek bir felçten kurtulduğu müjdesini vermiş. Bovling salonundaki o gece, işler başka türlü gitse... Ölebilirmiş bile.

Üçüncü oyun sırasında da terlediği ve başının döndüğü düşünülürse, Fong son birkaç atışını söz konusu krizin başlangıç aşamasında yapmış olabilir. Bu, muhteşem başarısını daha da inanılmaz hale getiriyor.

Kalp ameliyatı geçirmesinin ardından gelen bir haftayı hastanede geçirmiş. Ailesinden pek ziyarete gelen olmamış. Berberlik günlerinde tanıştığı hiçbir dostu uğramamış. Ama ziyaretçisi yine de bolmuş. Bovling salonundan tanıdığı pek çok insan, iyi dileklerini iletmek için zaman ayırıp gelmiş. Nasıl hissettiğini sorup, iyileşip bir an evvel ayaklanması için onu teşvik etmişler. Ve hepsi, birer birer Ocak ayında yaşanan o akıl almaz geceden, Bill Fong'un mükemmele ulaşmayı bir lobutla kaçırdığı o andan bahsetmişler.

İyileşme süreci başlarda zor olmuş. Felç krizleri onu çok zayıflatmış. Ama Fong, birkaç ay içinde -yani doktorların tahmininden daha kısa bir sürede- eski formuna kavuşup haftada beş gün bovling oynamaya geri dönmüş. Hatta, şimdilerde eskisinden bile iyi. O meşhur geceden beri 10'dan fazla 300'lük, en az dört kere de 800'lük seri yapmış.

Malum geceden konuştukları başka bir sohbette, bir takım arkadaşı sordu: "Fong; 899'luk seriyle hayatta kalmayı mı, 900'lük seriyle ölmeyi mi tercih ederdin?" Aslında retorik bir soruydu bu ama o, bir an durup ciddi ciddi düşündü ve bir süre sustuktan sonra hayatta kalmayı tercih edeceğini söyledi.

Grubun babacan üyesi Race ise diğerlerinin hislerine tercüman oldu: "Biz hâlâ bizimle olup bovling oynayacağın için kesinlikle çok sevinçliyiz."

• • •

Fong, bu geceki ilk birkaç maçta pek iyi oynayamıyor. Ama son maça tüm lobutları deviren üst üste üç mükemmel atışla başlıyor. Sonra dördüncü geliyor. Ardından beşinci. Altıncıda da kulvarın sonuna doğru iyi bir atış gönderiyor ama 10'ncu lobut onunla alay edercesine ayakta kalıyor.

Masasına dönerken kafasını iki yana sallayıp takım arkadaşlarına bakarken şöyle diyor:

"Birkaç değişiklik yapmalıyım." Ve yine not almaya başlıyor.


Yazı: Michael J. Mooney

3 Aralık 2014 Çarşamba

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.

İzleyiciler