Bizi Twitter'dan takip etmek için: @sotatercuman
Çeviri arşivimize ulaşmak için tıklayın.


"Anne! Bak, Nerede Oynuyorum!"

Birazdan okuyacağınız yazı, ilk olarak 8 Mayıs 2015 tarihinde Sports Illustrated'da yayınlanmıştır.

Houston’lı olanı da var, Compton’da büyüyeni de, Iowa’nın küçük bir kasabasından ya da Michigan’dan geleni de... Her biri anne olmadan önce birer sporcuymuş. Tennis, basketbol oynamışlar ya da atletizm pistlerinde yarışmışlar. Showtime Lakers’ı, Bad Boys Pistons’ı izlemişler. Magic ve Isiah’a hayran olmuşlar. Hamile kalıp tüm zorluklara rağmen çocuklarını doğurmuşlar. Hastane yatağında, çocuklarını nihayet kucaklarına aldıklarında küçük ellerine bakıp duygulanmışlar. Babasının yokluğunda o küçük oğlanı büyütmek de, o yokluğu açıklamak da onlara kalmış. İlk basketbol toplarını alan da ellerinden tutup takıma yazdıran da onlar olmuş. Tekrar tekrar yapılan smaçlar yüzünden kırılan küçük potaları yenisiyle değiştirmekten asla yılmamışlar. Oğullarına şut atmayı, top sürmeyi öğretmişler. “Bu çocuk çok iri” diye şikayet edenleri susturmak için doğum belgesini sürekli yanlarında taşımışlar.

İşyerleri hep uzakta, mesaileri hep uzunmuş. Evin kredisini ödeyebilmek için fazla vardiya yapmaktan başka çareleri de yokmuş. Arabaları yoksa otobüse binmişler, otobüse binecek paraları da yoksa yürümüşler. Restoranlardaki en ucuz kampanya menüleri ezberlerindeymiş. Uyuşturucu tacirinin oğlu yeni Jordan’larıyla mahallede yürürken, bir çocuğun istediklerini başka şekilde elde edebileceğini anlatan da yine onlar olmuş. Draft’ları izleyip genel menajerlerden hayali telefonlar almışlar. O zaman bunlara gülüyorlarmış tabii ama maçları izlerken mideleri öyle bir sancıyormuş ki ülser olmaktan korkmuşlar ve hepsi de içten içe, bir gün NBA’in kapılarını çalacağını biliyormuş.

Sokaklarda yeni üye arayan çetelerin korkusundan basketbol sahasının orada nöbet tutmuşlar. Aradan yıllar geçmiş, bu kez de menajer ve AAU koçlarının korkusundan okul salonları meskenleri olmuş. Sen neredeysen, ben oradayım deyip bu sözün arkasında durmuşlar. Liseden üniversiteye, oradan profesyonel hayata, bazen aynı çatının altında, daima oğullarının yanında olmuşlar. Bugün bile oğullarını “gaza getirmek” için mesaj atmaya devam ediyor, bir yandan da şükretmesini söylemeyi unutmuyorlar. Cadillac’lara biniyor, Louis Vuitton çantalarla dolaşıyor, dövmelere ilham oluyor, hastalanınca en iyi doktolarlara, ağrı çekince en güzel spa’lara gidiyorlar. Sahaya en yakın koltuklarda oturup arkasında soyadları yazılı formalar giyip bir yandan torun pışpışlıyorlar. Gerekirse Gregg Popovich’e stratejik öğütler veriyor, sözlerini de dinletiyorlar.


Beysbol bir baba-oğul sporuysa, basketbol da oğullar ve annelerine ait. Thunder forveti Kevin Durant geçen yıl MVP ödülünü kabul ederken yaptığı konuşmasında, annesi Wanda Pratt’e dönüp şöyle diyordu: “Sen olmasan burada olmazdık. Sen bizi inandırdın. Bizi sokaklardan korudun. Bizi giydirdin, besledin. Gerektiğinde aç uyuyup bizi doyurdun. Bizim için kendini feda ettin. Gerçek MVP sensin.” Diğer büyük yıldızlar da benzer duygusal anları daha küçük platfromlarda yansıtıyor. Örneğin, Rockets’ın yıldız guard’ı James Harden: “Annem maçlardan sonra “Ne olursa olsun, seni hep seveceğim” der. İşte, beni ayakta tutan şey bu. Sadece bu.”

Anneler Günü’nün hem sevinç hem de stres kaynağı olan NBA Playoffları’yla aynı zamana denk gelmesi de pek uygun düşüyor. Anneler özel günler için aldıkları topukluları dolaptan çıkarıp tırnaklarını oğullarının takımının rengine boyuyor. Biricik yavrularını eleştiren yorumculara öfkeli tweet’ler atıp pişman oluyor, sonra da yazdıklarını siliyorlar. Zaman zaman dayanamayıp kenardan azarlar yağdırmaya başlıyorlar. Sports Illustrated, playoff’ların ilk turu boyunca oğullarının bu noktaya gelmesini mümkün kılan beş kadını takip etti. Bazıları kazandı. Bazıları kaybetti. Ama büyük resme bakıldığında, zaten hepsi galipti.

*


Kimberly Jordan-Williams siyah Escalade’inin arka koltuğuna oturmuş, şehrin doğusuna doğru gidiyor. “İlk arabamız ikinci el bir Cutlass Supreme’di, kliması yoktu. Çocuklar ön koltuğa oturmak için sürekli kavga ederdi. Ben de bir çözüm buldum: Ön koltuğa çantamı oturttum. Onlara da arka koltuk kaldı.”

1.87 boyundaki Kimberly basketbolculuk günlerinde, tıpkı en büyük oğlu DeAndre Jordan gibi, rakiplere korku salan bir blokçuymuş. Basketbol kariyerine devam ettiği üniversitede Hyland Jordan’la tanışmış. Bu beraberlikten dört çocukları olmuş. Ama bir süre sonra evlilikleri sona ermiş. Kimberly de ailesinin Houston’daki pembe panjurlu evine taşınmış. Bir tıp kliniğiyle bir dişçinin ofisinde sekreterlik yapmış. Arkadaşlarının arabasına binerek işe gidip geliyormuş. Başlarda yalnızca bir çocuğunun spor yapmasına yetecek gücü varmış, o da yetenekli bir atıcı olan Cory’yi seçmiş: “İnsanlar bana “Biz DeAndre’nin büyük bir oyuncu olacağını baştan beri biliyorduk diyor. Ben de şöyle cevap veriyorum: “Hayır, bilmiyordunuz.” Eskiden felaket oynuyordu!”

DeAndre lisedeki ilk yılı bittikten sonraki yaz öyle bir büyüme dönemine girmiş ki, annesi önceki Pazar ayininde kafasının üzerinden rahibi görebiliyorken, sonraki hafta bir sıra öne geçmek zorunda kalmış. Böylece bir anda önemli bir yeteneğe dönüşmüş. Sabah 4:30’da kalkıp parkta koşu antrenmanları yapıyor, ardından okulun yolunu tutuyormuş. Onu kapmak isteyen üniversite yetkililerinden kaçmak için spor salonu tribünlerinin altına saklandığı bile olmuş. Üniversitedeki ilk yılında, annesi işini bırakıp ona danışmanlık yapmaya karar vermiş. “Beş parasız kalabilirdim” diyor. “Ama kimsenin oğlumu benden almasına izin veremezdim.”

Seçilme ihtimali hayli düşük görülmesine rağmen, küçük oğlunun NBA yetkilileriyle hayali telefon konuşmaları yaptığı günleri unutmayan ve 2008 Draft’ı için DeAndre’yi uçağa bindirip New York’a götüren de oymuş. Jordan annesinin yanında otururken dizini stresten öyle bir sallıyormuş ki kadın eteğinin yırtılmasından korkmuş. Nihayet Clippers, 35’inci sıradan onu seçtiğinde şöyle demiş: “Bu sayının hiçbir anlamı yok.” Geçen yedi yılın ardından, DeAndre NBA’in en iyi çember savunucusu. Pacific Palisades’deki bir tepenin yamacındaki evinde yaşıyor. Kapısının önünde gümüş bir Ferrari ve siyah bir Polaris bekliyor. Bahçesinde masmavi bir havuz, havuzun hemen yanında bir hamak ve kanyon manzaralı bir masaj masası bulunuyor. Mahalledeki uyuşturucu tacirinin oğlundaki  Nike’lardan dolapta raflar dolusu var.

“Düşündükçe gözlerim doluyor” diyor Kimberly. “Çünkü bunları benim oğlum başardı. Benim yapamadıklarımı o yaptı.” DeAndre annesine Houston’ın hemen dışında Pearland’da bir ev almış ama Kimberly her yerde onunla beraber. Sol baldırında, annesinin eski evlerinin yanında dururken resmedildiği bir dövme var. Bugünlerde 26 yaşına gelen oyuncu, arabanın ön koltuğu hiçbir zaman boş kalmasın diye her özel günde annesine bir çanta gönderiyor ve annesini şöyle tanımlıyor: “Bugünlerde birçok insan babasız büyüyor. Annem, benim her şeyim.”

Spurs serisinin ilk maçı başlamadan önce Kimberly oğluna agresif oynamasını, sahada her şeyini vermesini söyleyen bir mesaj gönderiyor. Escalade’ini Staples Center’ın otoparkına çektiği sırada çok gergin olduğu anlaşılıyor. Kırmızı, beyaz ve mavi renge boyadığı tırnaklarını siyah kot pantolonuna vurup duruyor. Yol boyunca 6 numaralı tişört formasını giymiyor. Nedeni çok açık: “Ağzım çok pis. Birisi oğlum hakkında yanlış bir şey söylerse, hiç hoş şeyler olmaz.” Ama Staples’ın 112 numaralı bölümünde formayı gururla üstüne geçiyor. İkinci çeyreğin sonunda Spurs, DeAndre’ye taktik fauller yapmaya başlayınca Kimberly kenardan sesini duyuramasa da oğluna şunları söylüyor: “Biliyorum arada bir içinden air-ball adam çıkabiliyor ama artık zamanı geldi: Rahatla ve şutları sok.” Jordan art arda üç atış kaçırınca alkışlıyor, sonraki beş serbest atışın dördünü sokunca alkışların da coşkusu artıyor.

Clippers’ın galibiyetinden sonra DeAndre soyunma odasından ekose, siyah-beyaz bir takım elbise, yeşil gömlek ve kravatla çıkarken annesi de tüm aileyle beraber onu bekliyor. Kimberly yeniden evlenmiş, dört oğlu da kolejde ya da profesyonel seviyede spor yapıyor. Şimdi de kendisini görünce yanaklarını şişiren oğluna sesleniyor: “Tatlı kuşum! Sadece üç maçımız kaldı.”

*


Mary Baber-Green oturma odasındaki dev ekran plazma tv’ye gözünü dikmiş, bir aşağı bir yukarı yürüyor. Maç yakın geçiyorsa diz çöküyor. Kritik anlarda gözlerini kapatıp ekrana parmaklarının arasından bakıyor. En küçük oğlu ve Warriors forveti Draymond Green de dahil tüm oyunculara bağırıyor. “Çıkar şunu oyundan! Top oynamak isteyen birisini al!” Oracle Arena’da değil. Çünkü hala bir ortaokulun kampüsünde güvenlik görevlisi olarak çalışmayı sürdürüyor. Maç saatlerinde evde yalnız. Oğlunu tek başına izlemeyi tercih ediyor. Telefonu odadaki tek arkadaşı. “Twitter benim için gerekli. Çünkü kendimi seyircinin arasında hissetmemi sağlıyor” diyor. “Burada yazdıklarım, orada olsam bağırarak söyleyeceklerimle aynı.”

Dilinden ne Gregg Popovich ne de Charles Barkley’in kurtulabildiği NBA’in Twitter kraliçesi, basketbolla öğrenciyken tanışmış. “Biraz abartıyormuşum, böbürleniyormuşum gibi gelebilir ama çok iyi bir oyuncuydum.” Mary de oğlu gibi beş pozisyonda birden oynayabiliyormuş ama onun aksine koçun talimatlarına hiç uymuyormuş. Herkese bol bol terslik yaptığı için lakabı Too Too olarak kalmış. Lisedeki ilk yılında koçluğunu yapan antenör tavırlarından hoşlanmayınca onu takımdan kesmiş. Sonradan tekrar deneme antrenmanına çıktığında da başka bir koç yüzüne top fırlatmış. O da topu aynen iade etmiş. Bu sebepten parklarda oynamaktan öteye gidememiş.

Geçen 10 yılın ardından Mary aynı okulda birinci sınıf basketbol takımının koçluğunu yapmaya başlamış ve bir gün kampüs koridorlarında, spor hayatını bitiren koçla yüzleşmiş. “İçimde hala başıma gelenlerin yarattığı öfke vardı. Perişan haldeydim. O kadını incitmek istiyordum. Ona “Kendi hayatımdan bile daha değerli bir şeyi benden aldın. Hayatımı mahvettin” dedim. Karşılıklı ağladık. O günden sonra çocuklarımın benle aynı hataları yapmaması için elimden geleni yapmaya karar verdim.” Draymond o günlerde anaokuluna gidiyor, daha sonra NFL’de oynayacak olan LaMarr Woodley’le aynı takımda oynuyordu. Annesi o günleri şöyle hatırlıyor: “LaMarr büyük abi, Day-Day ufaklıktı. Ona işkence ederler, itip kakarlar, potaya sokup sallandırırlardı. Ama onun için hiç fark etmezdi. Adeta ateşten bir top gibiydi. Her zaman daha fazlasını yapmak için sahaya geri dönerdi.”

Küçük Draymond’ın pervasızlığı kalıtsal. Anne Mary, oğlu AAU’da basketbol oynayabilsin diye bir yandan iki işte çalışıp diğer yandan Davenport Üniversitesi’nde dersler alırken, haftada dört kere Draymond’ı dört saatlik mesafedeki Detroit’e götürüyormuş. “Nasıl hepsini bir arada yürütebildim? Nasıl oldu?” Ailesinden ve eski kocası Raymond Green’den yardım almış ama kötü bir mahallede yaşayan üç çocuğuyla çoğu zaman sadece kendisi ilgilenmiş. “Kapıdan çıkıyorsunuz sokağın bir tarafında bir keş, diğer tarafında bir fahişe. Annenin yapması gereken, size önünüze bakarak yürümenizi söylemek.” En büyük oğlu Torrian bugünlerde bir fabrikanın yöneticiliğini yapıyor. Kızı LaTatoya bir bakım evi işletiyor. Day-Day ise NBA’in en iyi takımının kalbi konumunda.

Warriors 2012’de Draymond’ı draft ettikten kısa bir süre sonra, Mary evinin banyosundan gelen bir gürültü duymuş. Gidip baktığında siyah maskeli ve içki kokan bir hırsızın evin penceresinden gizlice içeri girdiğini fark etmiş. Hırsız, kadının alnına silahı dayamış. Tetiğe basmış. “Öldüğümü düşündüm” diyor bugün. “Ama hayatta olduğumu fark ettiğim anda o herifi ellerimle gebertmek için hamle yaptım.” Çok yanlış insana bulaştığını fark eden soyguncu, geldiği pencereden kaçarak uzaklaşmış. “Hemen Draymond’ı aradım. O evden hemen yarın çıkmamı, şehrin diğer tarafındaki bir eve taşınacağımı söyledi.”

Mary şimdi yeni evinde Pelicans serisinin ikinci maçını izliyor, bir yandan oğluna üst üste mesajlar gönderiyor. Draymond genelde devre arasında soyunma odasından yanıt gönderiyor ama bu gece hiç sesi çıkmayacak. “Aaa, hadi ama” diyor Mary, telefonuna bakarken. Cevabı almak için oğlunun maçı ve Anthony Davis’i bitirmesini, Warriors’ın seride 2-0’lık üstünlüğü yakalamasını beklemek zorunda kalacak. Too Too sonraki sabah Thompson Ortaokulu’ndaki işine gidip, kampüstekileri tehlikelerden korumaya devam edecek.

*


Diane DeRozan bir cenaze töreni için Güney Los Angeles’daki bir kilisede. Raptors tam bu sırada Washington’a karşı serinin dördüncü maçını oynuyor. Diane, tek oğlu Toronto’lu şutör guard DeMar DeRozan’ın o güne kadar oynadığı her basketbol maçını yerinden ya da televizyondan izlediğini iddia ediyor. Ama bugün onun için maç yok. Çünkü 105 yaşında hayata veda eden büyükannesi Gussie Toliver’ın yasını tutmakla meşgul. Telefondan maçın skoruna bakmaya bile mecali yok. Diane’e göre DeMar’ın var olmasının tek sebebi Büyükanne Gussie.

Diane ve Frank DeRozan 80’li yıllar boyunca tam beş sene çocuk sahibi olmaya çalışmış. Ama Diane’in rahmindeki bir sorun yüzünden yapılan ameliyatın ardından, doktorlar kısırlık tedavisi önermişler. Bir hemşire ve dindar bir evangelist olan Büyükanne Gussie ise dua etmesini tavsiye etmiş. 35 yaşındaki Diane, doğum için apar topar acile yetiştirilmiş ve DeMar adını verdikleri bir oğlan doğurmuş. “Ne zaman kasılsam, DeMar’ın kalp ritmi biraz daha düşüyordu. Kocama şöyle dedim: “Beni düşünme. Çocuğu kurtar.”

Çift, küçük oğlanın ismini Diane’in küçük kardeşi Lemar’dan ilham alarak DeMar koymaya vermiş. Compton Lisesi’nin futbol takımının yıldızı olan Lemar, henüz yirmi yaşında arabalı bir silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmiş. Diane oğluna “İşte bu yüzden seni korumak zorundayım” diyormuş. O, parkta basketbol oynarken, arabasından göz kulak olurmuş. Attığı her şutta destek olmak için tezahürat yaparmış. Çevredeki çete elemanlarının oğluna “DeMar bizle takılamazsın. Çünkü sen NBA’e gideceksin” dediğini kulaklarıyla duymuş.

Diane basketbolcu değil tenisçiymiş ama çalıştığı şirkette yapılan eşya piyangosundan Spalding marka bir basketbol topu kazandığı zaman, oğlu henüz üç yaşındaymış. DeMar her yere o topu sürerek gidiyormuş. İnsanlara “Kobe Bryant’ın kuzeniyim” diyor, evdeki küçük potaya üst üste smaçlar basıyormuş. Daha 12 yaşındayken rakiplerin canına okumaya başlayınca, Diane’in doğum belgesini yanında taşımaktan başka çaresi kalmamış.

DeMar 15 yaşına geldiğinde annesinin elindeki garip lekeleri fark etmiş. Bir yıl boyunca testler yapıldıktan sonra, doktorlar yorgunluğa ve kireçlenmeye sebep olan lupus diye bir hastalığı teşhis etmiş. “Bacaklarım çok acıyor” diyor Diane. “Ama oğlum 40 sayı atınca, ağrıdan eser kalmıyor.” DeMar ise kalıcı bir şifa bulmak peşinde. Annesine iki yürüyen sandalye alıp evine de bacaklarını rahatlatabilmesi için özel bir havuz yaptırmış. Bütün NBA’de yorgun bacakları canlandırmak için kullanılan NormaTec ayakkabılar ve ayda iki kere yaptırılan özel masajlar da cabası.

Ağrıları arttığı zaman özellikle şikayet etmiyormuş ama DeMar’ın durumu hemen anladığını söylüyor: “Yanıma gelip yatıyor, sarılıyor. “Anne nasılsın, iyi misin?” diye soruyor. Ben de ona “Kocaman adam oldun, çık yatağımdan” diyorum.”

Anne ve Baba DeRozan, Raptors’ın ilk playoff maçını izlemek için Toronto’ya gidecek uçaklarını beklerken Gussie’nin haberini alıp durumu oğullarına da bildirmişler. “105 yıllık bir ömür” demiş DeMar. “Dile kolay.” Böylece oldukça zor bir hafta başlamış. Toronto takip eden günlerde, beşinci sıradan playoff’a giren Washington tarafından dört maçta süpürülecek, takımın en skorer oyuncusu DeRozan sadece tek bir maçta 20 sayıyı geçebilecekti. Diane yeğenlerinden birinden, Toronto’nun üst üste ikinci yıl playoff’un ilk turunda elendiğini öğrendiği sırada cenazedeymiş. Haberi duyunca önce küfredip sonra da Tanrı’dan af dilemiş.

Diane, DeMar’ın yenilgilerden sonra nasıl ağladığını, onu önce nasıl kamçılayıp ardından kendisinin de ağlamaya başladığını çok iyi hatırlıyor. “Ben bir NBA annesiyim” diyor. “Ona benim yetiştirdiğim gibi davranmasını, başını dik tutumasını, yenilgiyi kabullenip yola devam etmesini söyleyeceğim.”

*

Laine Korver, Pella’daki evinin bilgisayarından internete giriyor ve oğlunun favorisi olarak gösterildiği Sportmenlik Ödülü’nü kazandığını görüyor.

Kendisi de bir zamanlar lisede basketbol oynayan, hatta bir keresinde bir maçta 73 sayı kaydeden Laine (Kendi ifadesiyle: “Bazı maçlarda ne atsanız, giriyor”) 1975-76 sezonunu 41.6 sayı ortalamayla bitirmiş ve bunu tek bir tavsiyeye borçlu olduğunu söylüyor: “Şut atarken potanın önüne bakarsanız,  topu potanın önüne atarsınız. Arkasına bakarsanız, arkasına atarsınız. Tam ortasına bakarsanız, topu delikten içeri sokarsınız.” Küçükken oğlu Kyle’a da bu tavsiyelerden bol bol vermiş. Korver bugünlerde 20 maddelik bir checklist kullanarak şut atıyor. 13 numaralı maddede ise annesinin etkisi görülüyor: Potanın tam üstüne bakarak at.

Laine ve Kevin Korver üniversitede basketbol oynarken tanışıp dört çocuk sahibi olmuşlar. Çocuklar, babalarının çalıştığı kilisenin otoparkındaki basket sahasında Showtime Lakers’ı taklit eder, Kyle genellikle Magic olurmuş. Kyle’a 12’nci yaş gününde gerçek bir pota hediye edip evin bahçesindeki beton zemine kurmalarıyla beraber, küçük oğlanın menzili de genişlemeye başlamış.

Laine “Beton zeminde attığı şutların ribaundunu almak, bugün parkede maç yapmasını izlemekten kolaydı” diyor. “Bazı maçlarda o kadar çok geriliyorum ki midemden sorunlar yaşamaya başladım. Tanrı yanımda olmasa, şimdiye dek çoktan perişan olmuştum.” Bunları söylerken bir yandan derin derin nefes alıp veriyor. Bir yandan da Kyle’ın iki yaşındaki küçük kızı Kyra’yı kucağında hoplatırken oğlunun özgüveninin düşmemesi için dua ediyor. “Artık o bir koca, baba, profesyonel. Anneler çocuklarını büyütür, sonra da özgür bırakır. Biz oyunda değiliz.”

34 yaşındaki Kyle yayın gerisinden şuta kalkarken Laine ne gözlerini kapatıyor ne de vücut dilinde bir gerginlik görülüyor. Geçen yıl Phillips Arena’da bir maç için ısınırken, oğlu için son bir kez daha ribaundları o almış. Sahanın her yerinden attığı 10 üçlükte dokuz isabet bulmasına şahitlik etmiş. “Attığı şutların girmesini bekliyorum” diyor. Kyle da beklentileri karşılıyor. Pella’daki aile evinde ise misafir çocuklar, Kyle’ın potasında şut çalışıyor; geçişimin basketbolda da geçerli olmasını umuyorlar.

Ama bunların hiçbirinin Korver’ın kazandığı ödülle bir ilgisi yok. Joe Dumars Kupası, sportmenlik için veriliyor ve Laine oğlundaki sportmenliğin temellerinin 25 yıl öncesine, Paramount sokaklarına atıldığına inanıyor. “Basketbol onun için harika oldu” diyor. “Onun hayatının temellerini attı. Ama bazı başka şeyler var ki bir annenin içini ısıtıyor.” Kyle’ın ödülü kazandığı gün, Hawks çok önemli bir beşinci maçta Nets’i mağlup etti. Laine’e soruyorum, hangisi daha anlamlı? “Ödül elbette harika ama o maçı kazanmayı gerçekten çok istiyordu.”

*


Kim Robertson’ın en sevdiği Anneler Günü hediyeleri ne kupalar ne çiçekler ne de mücevherler. “Kartları seviyorum” diyor. “O kartlar benim için her türlü paradan daha değerli.” Tek oğlu, Spurs’ün forveti Kawhi Leonard konuşmayı pek sevmiyor ama bol bol yazıyor: Hep yanımda olduğun için teşekkürler, Anne... Sana sahip olduğum için çok şanslıyım... Sana minnettarım.

Babası Mark Leonard, Compton’da kendisine ait araba yıkama servisinde vurularak öldürüldüğünde Kawhi henüz 16 yaşındaydı. O tarihte Kawhi’nin anne babası ayrıydı ve delikanlı, çocukluğunun büyük kısmını annesiyle geçirmişti. Ama Mark’ın ölümü Kim’in sorumluluğunu daha da fazla artırdı. “Bu tür bir trajedi, bir çocuğu farklı yönlere çekebiliyor. Ona daha yakından göz kulak olmam gerektiğini hissettim.” Kawhi arkadaşlarının evine gideceğini söylediği zaman, daha gitmeden annesi o evi arar; evde yetişkinlerin olup olmadığını kontrol edermiş. Genç adam “Anne bir tek sen böyle arıyorsun” derse de mutlaka karşılığını verirmiş: “Belki de bir tek ben çocuğumu o kadar önemsiyorumdur.”

Zor günlerde basketbola sığınan Kawhi yas tutmayı da asla bırakmamış. Annesi ona ağlamasında hiçbir sakınca olmadığını söylemiş. Ama bir yandan da çocuk, anneye göz kulak oluyor; spor yapmasını söylüyormuş: “Böyle söyleyerek bana “Kendine iyi bakmalı, yanımda olmalısın” diyordu. Ondan sonra egzersiz yapmaya başladım.” Kim gençken pist sporlarında tecrübeliymiş ama oğlunun seçtiği sporu öğrenmesi de çok zaman almamış. Kolej yetkilileriyle Kawhi adına görüşme yapmaya kalkan bir koç, cevabını ondan almış: “O benim çocuğum. Onun için en iyisini ben bilirim.”

Kawhi , San Diego State’de geçirdiği iki yılın ardından Pacers tarafından seçilip hemen San Antonio’ya takas edilince, Kim de oğlunun peşinden gelmiş. Üst katta oğlu, alt katta kendisi; jenga oynayıp Meksika yemeği yemişler. Geçen Mayıs, Batı Konferansı finalleri sırasında Oklahoma City’deki bir restoranda yemek yerken Popovich’e rastlamışlar. Koç şöyle demiş: “Oğluna daha agresif oynamasını söyle.”

Kim cevap vermiş: “Yeşil ışığı yakarsan, oynar.”

Popovich yanıtlamış: “Yaktım bile.”

Bir ay sonra, Kawhi; Finaller MVP’si ödülünü kaldırırken Kim üzerinde Spurs’ün logosu bulunan ayakkabılarıyla havalara zıplıyordu. “Çocuklarına çocuk gibi davranmayan, annelik yerine şaklabanlık yapan anneler görüyorum. Onlara yıldız gibi davranıyorlar. Sanki artık anneleri değillermiş, onları disipline edemezlermiş gibi. Kawhi benim için bir yıldız değil. Onu büyütürken nasıl davrandıysam, şimdi de öyle davranıyorum.”

Kawhi, Ocak ayında 23 yaşındayken nihayet kendi evine çıktı. Öncekine 10 dakika uzaklıktaki daha küçük bir yere taşınıp büyük evi annesine bıraktı. “Kararını duyduğum zaman “Bir sene daha kalmayacak mısın yani” diye sordum. Şaşırmıştım. Kendi evinde olmak istiyordu, bu biraz üzücüydü ama sonuçta büyüyor. Buraya onun iyi olduğundan emin olmak için gelmiştim. Gerekeni yaptım.”

Staples Center’da oynanan Clippers-Spurs serisinin yedinci maçında; Kim Robertson bir tarafta, Kimberly Jordan-Williams diğer tarafta. Laine Korver’ın desteklediği Hawks ile Mary Babers-Green’in Warriors’ı çoktan bir üst tura çıktı. Clippers ve Spurs de onlar gibi yapmayı umuyordu. Unutulmaz bir serinin epik zirvesinde, Chris Paul bitime bir saniye kala o muhteşem şutu soktu ve Clippers bir önceki yılın şampiyonunu saf dışı bıraktı. Jordan-Williams maçtan sonra sevinç gözyaşlarını silerken, “Oğlumun oynadığı en iyi maç” diyecekti.

DeAndre ise maç biter bitmez kenardaki masalardan birine çıktı, herkesin sevinçten kendinden geçtiği o anlarda 112 numaralı bölümü görmeye çalışıyordu.


Gözleri aradığı o kişiyi, annesini bulduğunda sağ elini gururla havaya kaldırdı.


Yazı: Lee Jenkins

10 Mayıs 2015 Pazar

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.

İzleyiciler