Bizi Twitter'dan takip etmek için: @sotatercuman
Çeviri arşivimize ulaşmak için tıklayın.


Zlatan İbrahimoviç - The Guardian Röportajı

Bugün Zlatan İbrahimoviç'in doğum günü. Hiç bitmeyecek bir yazın habercisi gibi gözüken bir Ekim gününde, Paris'teki evinde otururken, her zaman olduğu gibi neşeli ve umarsız gözüküyor. 33'ncü yaş günü "bir aile geleneği olarak, oğulları Maximilian ve Vincent'in doğum günü şarkısı söyleyerek yatak odasına koşturmasıyla başladı. Saat çok erkendi ama çok güzeldi."

İbrahimoviç bunları söylerken ellerini neşeyle sallıyor ve gülmekten yüzü kırışıyor. Ardından çantasını masaya koyuyor. Bir mitoloji kahramanına yakışabilecek ismi, Zlatan İbrahimoviç gösterişli harflerle beyaz kartının üzerine siyah renkte yazılmış. Bu yıl, doğum günü için fazla hediye gelmemiş ama gelenler arasında bir tanesi var ki çok ilginç: Paris Saint-Germain'in ligdeki rakiplerinden Toulouse, topuğundaki sakatlığı iyileştirmesi için bir kutu merhem ve oğulları için de birkaç tane forma göndermiş.

"Bugün, oğlun İsa'yla aynı yaşa, hayatının 33'ncü yılına geldin" diye başlıyor Toulouse'un mesajı. "Bütün rahibeler muhteşem Zlatan İbrahimoviç'i görebilmek için dua ediyor, insanlar futbolun etrafında bir araya gelsin diye gözyaşları döküyorlar! Nice yıllara Büyük Zlatan! Çok yaşa! Geçtiğimiz iki yıl boyunca bize goller atmaktan sapkınca bir zevk alsan da sana kin beslemiyoruz. Yaptığın her şey için teşekkürler!"

Bu hafif dalgacı övgü, Zlatan'ın keyfini yerine getirse de Malmö'deki göçmen mahallesi Rosengard'dan Paris'te bolluk içinde yaşadığı hayatına uzanan yolculuktan bahsettiği sırada, heyecan ve sinirden burun deliklerinin şişmesine engel olamayacak. Bir zamanlar, her biri birbirinden pis dört basamaktan oluşan bir merdiven yardımıyla ulaşılan küçük bir evde yaşıyormuş. O basamaklar, hepimizin bildiği şefkatli ve eşitlikçi İsveç imajıyla Rosengard’ın birbirine ne kadar uzak olduğunun bir ifadesi gibi. Zlatan’ın çocuklarının büyüdüğü Paris'le o mahalle arasında dağlar kadar fark var.

Boşnak bir bekçi ve Hırvat bir temizlik işçisinin oğlu İbrahimoviç’in anne ve babası, o iki yaşındayken boşanmış. Küçük Zlatan, çocukluğu boyunca yok sayılmaya alışkınmış: Kimse "Söyle bakalım ufaklık, günün nasıl geçti" diye sormadan yıllar geçmiş. Peltek konuşan koca burunlu oğlan da huzuru azınlıkların arasında, göçmen mahallelerinin gözlerden uzak yaşayan insanlarında bulmuş.

Şimdiyse karşımda koskoca Zlatan İbrahimoviç oturuyor: Belki İsveç Kralı değil ama milli takımın heybetli kaptanı. İsveç formasıyla 100'ncü kez milli olurken yıllardır kırılamayan bir gol rekorunu da yerle bir eden adam. Kendinden üçüncü tekil şahıs olarak bahsetmesiyle dalga geçilse de (ki, bugünlerde bunu gerçekten kendisiyle dalga geçmek için kullanıyor) dünyanın en iyi futbolcularından biri olduğunu kanıtladığından beri içini yiyen o soruyu cevaplamaya sonuna kadar hakkı var Zlatan'ın.

"Nasıl oldu da Rosengard'lı bir serseri, şu an bulunduğum yere gelebildi?" diye kendi kendine soruyor. "Kimse başarılı olabileceğime inanmadı. Herkes hakkımda ileri geri konuştu. Boşboğaz olduğum için unutulacağımı sanıyorlardı. Benim için "Bu adamın düşünceleri delice" diyorlardı. "Hiçbir şey başaramayacak." Ama benim daima hedeflerim ve hayallerim vardı. İşte şimdi buradayım."

İbrahimoviç sözlerine devam etmeden önce bir an nefesleniyor. Üflenmeyi bekleyen 33 mum belli ki bir süre daha yanacak. Onları söndürmeden önce söylemesi gereken çok şey var: "15 yıl öncesine dönüp gerçeğe dönüştürdüğüm hayallere bir bakalım. Kimmiş o benim hakkımda ileri geri konuşanlar? Şimdi bir bir laflarını yiyorlar. İşte benim için gerçek ödül bu."

Hollanda, İtalya, İspanya ve Fransa'da oynadığı kulüplerle yaşadığı şampiyonluklara, kazandığı onca paraya, şöhretine, iğneleyici demeçlerine rağmen onu bir "fenomen" haline getiren motivasyon bu mu yani? Gözündeki en önemli başarısı, bir zamanlar kendisini küçümseyenlerin ağzından çıkan o mahcup sözleri dinlemek mi? "Evet, tabii" diyor İbrahimoviç kararlı bir şekilde. "Ben bu hisse açım. Gevşeyip bunu kaybedeceğime, futbol oynamayı bırakırım daha iyi. Bu his, benim için bir ihtiyaç. Hâlâ sahadaki diğer oyunculardan 10 kat daha iyi olmam gerektiğini düşünüyorum. Kendini kabul ettirmek için, kendini geliştirmek için bu düşünceler gerekli."

From Rosengard With More than One Goal adlı bir film, yakında İsveç televizyonlarında gösterilecek. İbrahimoviç, Rosengard'daki beton bloklardan yükselişini anlatan belgeselden bahsederken bile, insanın içi bir tuhaf oluyor. Bu hikâye, bisiklet hırsızlığı yapan kendini beğenmiş bir veledin futbol topuyla sihirli numaralar yapan bir sanatçıya dönüşmesini anlatıyor. Attığı her adımda İbra'nın futbol sahasındaki zekâsı, hayal gücü, sertliği ve gücü biraz daha ortaya çıkıyor.

"Duygusal bir dönemdi. Filmin çekilmesi altı ay sürdü. Karşımda sürekli olarak bir kamera olmasına alışkınım ama bir kamera tarafından takip edilmek yeni bir şeydi. Evet, kitap işi için birisi beni takip etmişti ama şimdi peşimde koca bir çekim ekibi vardı. Ama bu filmi kesinlikle yapmak istiyordum. Çünkü hayatımın içeriden bakınca ne kadar farklı olduğunu ve Rosengard'dan milli takım rekorlarına giden yolu insanlara göstermeliydim. Ayrıca, çok da kişisel bir iş oldu. Örneğin, belgesel sayesinde babamla tanışabilirsiniz."

Bu sözlerin ardından bana babası Şefik İbrahimoviç hakkında birkaç duygusal anektot anlattı. Çok az paralarının olduğu bir dönem, babası Zlatan'a Ikea'dan bir yatak almış ama eve kargolanması için talep edilen ücreti karşılayamamış. "İkimiz yatağı eve kadar taşıdık. Bence harika bir iş yaptık. Annemle de zaman geçirdiğim oldu ama babamla beraber yaşıyorduk. Bir keresinde bir antrenman kampına katılabilmem için tüm maaşını bana verdi. Ve bunu o ay evin kirasını ödeyemeyeceğini bile bile yaptı."

Şefik İbrahimoviç, Bosna Savaşı'nın acı anıları yüzünden huzursuz bir hayat yaşıyor, Sırp güçlerinin Bosna'daki köyünde yaptığı katliam bir türlü aklından çıkmıyordu. Bu yüzden sık sık Zlatan'ı evden gönderiyor, Rosengard sokaklarında dolanmasını istiyordu. İbra bugün Rosengard’ı "bir cennet" diye tanımlıyor ve dünyanın en pahalı otellerindeyken değil, oradayken kendini evinde gibi hissettiğini vurguluyor. Ama çok tehlikeli bir yerden bahsettiğini de unutmamak gerek. Onu bu tehlikeli mahalleden kurtaran şey ise futbol olmuş. Mahalledeki alkol ve uyuşturucu pazarından bahsederken şöyle diyor İsveçli: "Belki de korktuğum için o tip şeylerden uzak durdum. Farklıydım."

İbrahimoviç, röportaj boyunca bu farklılık vurgusuna tutunmayı sürdürüyor: "Çoğunluktan farklı olursanız, imkânlarınız kısıtlı olsa da başarılı olabilirsiniz. Ben bunun canlı kanıtıyım. Göz kamaştıran bir hayatım yoktu. Göz kamaştıran bir insan değildim. Çevremdekiler de öyle değildi. Kendini farklı ya da şanssız hisseden insanlara mesajım şu: Kendinize inanırsanız, siz de başarabilirsiniz. Her zaman bir umut vardır. İş, sizde bitiyor."

İbrahimoviç çoğu zaman kendini övüp duran bencil bir insanmış gibi gösteriliyor. Bir ülkeden diğerine, bir dev kulüpten başkasına gezip duran bu kupa avcısı paralı asker, 13 yılda 11 lig şampiyonluğu kazanırken futbolda da Zlatan mezhebini kurmayı başardı. Ama her şeye rağmen onun için en önemlisi, göçmen bir ailenin çocuğu olarak İsveç formasıyla yakaladığı başarılar. Geçen ay Euro 2016 elemelerinde Avusturya'ya karşı oynanan maçta 100'ncü kez milli formayı giymesini "muhteşem bir şey" olarak niteliyor. İbra, o maçta skoru 1-1'e getiren golü atarken, David Alaba'nın yüzüne dirsek atmakla suçlandı. Avusturya tarafı, hakemin İbrahimvoiç’ten korktuğu için ona kırmızı kart çıkaramadığını söylese de o böyle küçük bir tartışmayı önemsemiyor. Bunun yerine kendi yaptıklarını öne çıkarmaya, maçın kendisi için önemini anlatmaya odaklanıyor.

"100'ncü kez milli formayı giymek, bir hayalin gerçeğe dönüşmesiydi. Bunu yıllardır bekliyordum. Milli takım tarihinin en golcü oyuncusu olacağımı da biliyordum. Ama rekor ben "Bu rekoru kıracağım" demeden önce, önemli bir şey değildi. 82 yıldır kırılamayan 49 gollük rekordan bahsediyorum. Ben kıracağımı söylemeden önce kimsenin aklından bile geçmeyen bir detaydı. Kaptanlığın önemi de ben kaptan olduğumda konuşulmaya başlandı. Ondan önce neredeyse sırayla kaptan oluyorduk. İşte benim kendini farklı hissedenler için başarının yaşayan kanıtı olmamın sebebi bu. İsveç'in kaptanı oldum ve o rekoru kırdım."

Rosengard'lı bıçkın delikanlı, geçtiğimiz ay Estonya'ya attığı iki golü anlatırken yüzüne büyük bir gülümseme yayılıyor. "49'ncu gol, kornerden yapılan ortanın sonucunda geldi. Savunmanın kafayla uzaklaştırdığı topa voleyi vurdum. 50'nci gol ise daha özeldi. Topuğumla attım. İnsanlar, "Her zamanki Zlatan işte" dediler ama bunu planlamamıştım. Sadece gol atmak istediğim için öyle vurdum."

Topukla atılan goller, şaşaalı voleler, gösterişli röveşatalar... O gün, İbrahimoviç'in keyfi yerindeyse bunlar çok sıradan şeyler. "Bu hareketleri iyi yaptığınız zaman estetik bir manzara oluşur. Ama tersi durumda da ortaya çok kötü bir görüntü çıkabiliyor."

Zlatan kızgın olduğu zamanlarda daha acımasız gözüküyor. 2010'da Barcelona'da oynarken Arsenal'e karşı çıktığı Şampiyonlar Ligi maçında iki gol atmıştı. O günkü performansını "kariyerimin en iyi maçlarından biriydi. Özellikle ilk 30 dakika çılgıncaydı" diye anlatıyor. Barça ve İbrahimoviç, o dakikalarda Arsenal'i şaşkına çevirip skoru 2-0 yapmıştı. Maç, o dakikalarda daha büyük bir farka da gidebilirdi.


İbra'nın İngiltere'ye karşı dört gol attığı Kasım akşamı o maçtan bile çılgıncaydı. Özellikle dördüncü golü atmak için yaptığı röveşata vuruşu... "İngiliz takımlarına karşı gol atamıyorsanız, yeterince iyi değilsinizdir. Hep böyle olmuştur. İngilizler'e karşı oynadığım maçlarda bir türlü gol atamıyordum. Bu yüzden abartılan bir oyuncu olduğumu söylediler. Bir sonraki maç, yine aynı şey: 'Gördünüz mü, o kadar da iyi değil demiştik.' Ama bu tür sözler beni ateşliyor. Damarlarıma adrenalin pompalıyor. İnsanlar beni bu şekilde yıpratabileceğini sanıyor ama durum tam tersi. Kendimi göstermek istediğim için öfkeyle doluyorum."

"Oyun tarzımda riskli hareketler fazlaca bulunduğu için artık insanlar yaptıklarıma şaşırmıyordu. Fakat sonra İngiltere maçı geldi. Yine abartılan bir oyuncu olduğum konuşuluyordu ama ben muhteşem bir maç olacağını söyledim. Yeni stadyumumuzda ilk maçımıza çıkıyorduk sonuçta. İlk golü attığımda çok mutluydum. İkinci geldiğinde deliye döndüm. Üçüncüyü filelere gönderdiğimde etrafıma bakıp şöyle dedim: "Eee, şimdi ne diyeceksiniz?" Dördüncü golü röveşatayla atınca kendi kendime düşündüm: "Budur. Daha ne yapabilirim ki." Senin İngiltere'de yaşayan bir gazeteci olman bile, bana kendimi daha özel hissettiriyor."

İbrahimoviç, o maçtan sonra Paris'in batısındaki Saint-Germain-en-Laye'da bulunan antrenman sahasında tek başına yaptığı ilk idmanı hâlâ hatırlıyor. O dönem PSG'nin teknik direktörlüğünü yapan Carlo Ancelotti'nin İngiliz yardımcısı Paul Clement, Zlatan'ın o gün yaptığı dört saatlik çalışmayı "kariyeri boyunca gördüğü en konsantre antrenman" olarak nitelemiş.

"O gün, her zamankinden daha sıkı çalıştım ve o röveşata golünün aynısını tekrar attım. Yağmur yağmasına rağmen o maçtaki vuruşun aynısını minyatür kalelerden birine gönderdim. Görenler gözlerine inanamadı."
"Bazıları İngiltere maçındaki golden bile daha güzel olduğunu söyledi. Ben de İngiltere'ye attığımı daha çok beğendiğimi söyleyip "İsterseniz YouTube'dan bir daha bakalım" dedim." Benim çalışmalarım hep böyledir. Her zaman daha iyi olmak isterim. Tatminsizlik bir sorunsa, sorunlu bir insanım. Tabii, en azından yararlı bir sorun bu." 
Zlatan, Cristiano Ronaldo'yla kozlarını paylaştıkları ve Portekizli'nin galip çıktığı dramatik play-off maçı sonucunda Dünya Kupası'na gidememenin canını yaktığını itiraf ediyor. O maçta İsveç adına attığı iki gole, Ronaldo ülkesinin dört golüne de imza atarak cevap vermişti. İbrahimoviç en başta "Bensiz bir Dünya Kupası'nı izlemeye değmez" dese de Brezilya'ya gidip İngiltere-Uruguay ve İspanya-Şili maçlarını bizzat izledi ve şaşırtıcı biçimde, Suarez'in perişan ettiği İngiltere'ye sempati duyuyor. "Güzel maç oldu ama İngiltere için çok zor geçti. Üzerlerinde çok fazla baskı var. Ülkedeki herkes kupayı kazanmalarını bekliyor."

İngiliz halkının yakın zamanda belirgin biçimde düşürdüğü beklentileri göz önüne alırsak, bu tespit biraz demode kalıyor ama İbrahimoviç, İngiltere'nin bolca eleştirilen yeni kaptanını da överek sözlerini sürdürüyor: "Rooney'i seviyorum. Bana kalırsa oyun tarzında büyük bir açlık var. Bence takımı için iyi bir oyuncu. Kadronun kalanı? Onları pek tanımadığım için bir şey söylemem zor."

Peki, 13 yıl önce Arsene Wenger tarafından deneme antrenmanlarına davet edildiğinde Arsenal'e transfer olsa hayatında nelerin değişebileceğini merak ettiği olmuyor mu? "Wenger bugünlerde o meselenin bir yanlış anlaşılma olduğunu söylüyor. Ben yine de kendimi kanıtlamamın istenmesinden hoşlanmıyorum. Çünkü gayet iyi olduğuma eminim. Kimseye bunu göstermem gerekmiyor. Beni ya tanıyorsunuzdur ya tanımıyorsunuzdur. Wenger'in ofisine gittiğim zamanı hatırlıyorum. Oranın patronu olduğu her halinden belliydi. Arsene Wenger! O günlerde benimle gerçekten ilgilendiklerini düşünmediğim için sonraki gün Ajax'la anlaştım."


İbrahimoviç'in sansasyonel kişiliği ve oyun tarzının Premier Lig'in aşırı heyecanlı pembe dizileri hatırlatan yapısına uyacağından kimsenin şüphesi yok. Bir İngiliz kulübünün formasını giymeyi düşünmüyor mu? "Hayır. Paris'te mutluyum. Premier Lig'e saygım var. Dünyanın en iyi liglerinden biri ve medyanın gösterdiği ilgi bakımından rakibi yok. Ama zaten birçok farklı ligde oynadım."

"Hollanda'da herkes güzel futbol oynuyor. Ajax stili. Tek pas. Topu ver ve koş. Sistemleri çok ilginç. Kimse orta saha oyuncularından ya da forvetlerden falan bahsetmiyor. Her şey forma numarasıyla ilgili. 7, sağ kanada. 9, santrafor. 10, santraforun arkasında. Rekabet açısından diğer ülkeler kadar çekici değil ama başlangıç için mükemmeldi. Sonrasında İtalya'ya gittim."

İbrahimoviç; Internazionale, Juventus ve Milan'la üst üste lig şampiyonluklar kazanıp Çizme'de "gangster balerin" olarak nam saldı: "Bir golcü olarak en çok zorlandığım, en çetrefilli ligdi. Bugün bile gol yemememin gol atmaktan daha önemli olduğunu düşünüyorlar. İspanya'da ise herkes golleri sıralamak istiyor."

Barcelona'da Pep Guardiola'yla yaşadığı anlaşmazlık herkesin diline dolanmış durumda. Ancak Zlatan'ın Barcelona'dan bahsederken sesinde yankılanan hayranlık çarpıcı. "Muhtemelen tarihin en iyi takımında oynadım. Oynadıkları futbol çok güzeldi. Daha sahaya çıkmadan, haftanın maçı içim hazırlık yaparken kazanacağımızı biliyordum. Etrafıma baktığımda gördüğüm oyuncular Messi, Iniesta, Xavi ve Puyol ve Pique ve Dani Alves ve Busquets'di. Akıl almaz bir şey! Başka bir gezegenden gelmiş gibi oynuyorduk ve buna bayıldım. Teknik anlamda mükemmeldik."

Yine de Barcelona oyuncularının antrenörden aldıkları talimatları uygularken okul çocukları gibi davranmasından şikâyetçi: "O kadar disiplinlilerdi ki... Süperstar olmuş oyunculardı ama şey gibi... Okul da demeyeyim ama aşırı derecede disiplinli bir yerdi. Hocanın söylediği her şeyi yapmaya razılardı. İtalya'da durum daha farklı: Takımdaki 22 oyuncu da büyük egolara sahip ve her biri dünyanın en iyisi olduğunu düşünüyor."

İsveçli'nin meşhur Jose Mourinho hayranlığı ise Barcelona'ya gitmeden önce Inter'de beraber çalıştıkları döneme dayanıyor. Mourinho o transferden sonra 2010'da Inter'le Şampiyonlar Ligi şampiyonluğa uzanırken yarı finalde Guardiola'yı, İbrahimoviç'i ve Barcelona'yı çok çekişmeli bir eşleşmenin ardından devirdi. İbrahimoviç'in hayranlığı kazanmasıysa bundan çok önce olmuş: "Mourinho çok zeki bir adam. Herkese aynı biçimde davranmıyor. Etrafındaki her bir insana bir birey gibi davranıp herkesten yüzde 100 verim almasını biliyor."

Çalıştığı en zeki teknik direktör Mourinho mu? "Evet. Oyuncularına yaklaşımını ve -yararlanma kelimesini kullanmak doğru olmaz- kadrosunu ‘gaza getirmesini’ kast ediyorsak... Şüphesiz o."

Barcelona'daki saygı ve disiplin anlayışı ile Mourinho'nun oyuncular üzerindeki hâkimiyeti birleşince İbrahimoviç'in bir baba olarak tavrı ortaya çıkıyor. Oğullarından biri, kendisinin Rosengard'da yaptığı gibi bir bisiklet çalarsa tepkisinin ne olacağını sorduğumda cevabı sert oluyor: "Onlara büyük bir ceza vereceğim kesin. Evet, ben çocukken bunu yaptım ama bana göz kulak olan kimse yoktu. Tek başımaydım ama yaptığım şey doğru değildi."

"Şu an, benim için disiplin ve saygı büyük anlam ifade ediyor. Oğullarım 18 yaşına geldiklerinde ne istiyorlarsa yapabilirler. Ama benim çatım altında yaşadıkları sürece, benim kurallarım geçerli. Onlar daha İbrahimoviç'in kim olduğunu anlamadan, her şeyden önce onların babası olduğumu anlasınlar istiyorum. Anlarsın ya. “Şu Zlatan...” Beni öyle görsünler istemiyorum. Bana şaka olsun diye Zlatan dediklerinde bile hoşuma gitmiyor. Bana kesinlikle baba demeliler. Bana göre mantıklı olan bu."

"Babalarına tribündeki bir grup taraftar gözüyle bakmalarını istemiyorum. Nereye gidersem gideyim, insanlar beni tanıyor. Fotoğraf çektirmek istiyor. Ama evdeyken, sadece evin babasıyım. Zlatan olmak istemiyorum. Evin kapısından dışarı adım attığımda kulübümü ve kendimi, Zlatan İbrahimoviç'i temsil ediyorum ancak evdeyken tam anlamıyla bir aile insanıyım."

Peki ya kendi babası? Eskiden kendisini bir karabasan gibi kovalayan Bosna Savaşı hakkında konuşabiliyorlar mı artık? Zlatan bir an düşünmek için duraksıyor: "Abim Sapko'yu altı ay önce kaybettik. Babamın dert ortağı oydu. Bu konuları daha çok onunla konuşuyordu. Son birkaç aydır aile geçmişimiz hakkında eskisinden daha fazla sohbet ediyoruz. Ama İsveç'te doğduğum için savaş konusunu onun kadar içselleştirmemiştim." Sapko kaç yaşındaydı? "Abim 40 yaşındaydı ama ölümü bizim için sürpriz olmadı. Çok hastaydı zaten."

İbrahimoviç'in kardeşinden bahsederken düşen yüzü konu başarılarına gelince kendini kanıtlamanın verdiği gururla tekrar aydınlanıyor: "Oynadığım takımlarda 23 şampiyonluk kazandım ama Şampiyonlar Ligi hâlâ eksik. PSG'yle onu da kazanmak için uğraşıyoruz. Kazanamasak bile, benimki gibi bir geçmişe sahip bir insan için bu şampiyonluk sayısı gerçekten inanılmaz. Benim için bir müthiş bir macera."

Büyük bir futbolcu olarak kariyerinin sonuna yaklaşıyor olması onu korkutuyor mu? "Hayır. Aksine, bitmesi için sabırsızlanıyorum. Bir futbolcuysanız otellerde çok zaman harcıyor, çok şeyden mahrum kalıyorsunuz. Büyük oğlum sekiz yaşında. Küçük olan altı. Hayatlarının her gününde onların yanında olamadım. Bir aile babası olmak, zirvedeyken futbolu bırakmak istiyorum."

Zirvedeki son, İsveç'i Fransa'daki 2016 Avrupa Şampiyonası'na taşımasından sonra gelebilir. Ancak bir sorun var: Futbolu bıraktığında dört gol attığı büyülü maçlar da geride kalacağına göre, gerçeğe dönüşen hayallerin "canlı kanıtını" nasıl hayatta tutacak?

İbrahimoviç gülümserken gizemli bir cevap verdiğini kendisinin de bildiğini belli eden bir hareketle ellerini iki yana açıyor: "Bir yolunu bulmak zorundayım. Bekleyelim ve görelim. Beni bilirsiniz. Her zaman bir yolunu bulurum."



Yazı: Donald McRae


11 Aralık 2014 Perşembe

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.

İzleyiciler